Sağa doğru bakmam gerekiyordu. Önce sağa. Önce sağa baksaydım bunların hiçbiri olmayacaktı. Şimdi ben de sizin gibi Central Pub’da bulaşık suyu tadında bir kahve içecek ya da üçüncüden sonra dünyada ne olduğu umurumda olmadan biramı yudumlayacaktım. Ama olmadı.
Önce güçlü bir fren sesi duydum. Aslında beni kendime getiren bu sesti. Ama artık sağa bakmak için çok geç kalmıştım. Film şeridi falan akmadı gözümün önünden. Aslında, yanımda, başımın tam yanında hızla biriken kan olmasa, tren istasyonunun yanındaki kavşakta, yoldan geçen insanların ayakları dibinde, ışıkta bekleyen arabaların egzoz dumanları arasında hiçbir acı hissetmeden öylece yatıyordum. Ucuz marihuanalardan iki nefes çeken herkes bunu yapabilir. Yani sigarasından sonuncu nefesi akciğerine kadar derin çekerse, tam o noktada kaldırımın üstüne boylu boyunca uzanabilir. Ama hayatım boyunca hiç uyuşturucu kullanmadım. O gün, o otobüs kafatasımı parçaladığında, hayatımda ilk defa işlek bir caddede boylu boyunca yatıyordum.
O an Harry’yi düşündüm. Sally’nin barının tam kapı girişinde takılan Harry. Uyku tulumunu şöyle pat pat kabartıp, yosuna dönüşmüş saçlarının yastık görevi gördüğü kafasını nasıl da gömerdi sokak kokulu yatağına. Önündeki karton kutunun içinde genelde üç beş peni olurdu. Yolda görsen eğilip almayacağın kadar değersiz üç beş demir para. Bazen düşünürdüm acaba o uyku tulumunun bir yerinde servet saklıyor olabilir mi? Onu gizli bir yerde koca bir servet biriktirmiş ama aykırı hayat felsefesi yüzünden sokaklarda yatan bir adam olarak hayal ederdim. Bu yüzden yanından geçtiğim her an acımak dışında ne kadar duygu varsa onu hissederdim. En çok da nefret galiba. Bu kadar rahat ve gamsız olması sinirimi bozardı. Akşamları bizler evlerimize çekildiğimizde, kalın bir parça bifteği şatosunda kızartıp, yanında en az on yıllık bir şarabı açtığını ve biz dünyalı zavallılara acı acı güldüğünü hayal ederdim.
O gün ilk defa onunla aynı düzlemde buluştuk. Harry’nin her zaman yattığı, hatta evi yerine koyduğu Hill Street caddesinin istasyonla kesiştiği kavşakta, Sally’nin barının tam yanındaki trafik ışıklarının altında yatıyordum. Kafamın üstünde uçan martıları saymazsak yardımıma ilk koşan Sally’di. Barın en seksi barmeni. Son biramı sipariş ederken beyaz önlüğün küçük penceresinden taşan dolgun, pembe memelerini izlerdim. Her gün aynı saatte aynı iki üç cümle geçerdi aramızda. “Heyy! Aynısından mı?” Üç aydır her akşam aynı saatte, aynı birayı içiyordum. Asahi beer! İki tane arka arkaya. Buraya bira içip yazamadığım roman yüzünden dağıttığım kafamı iyi yapmak için mi geliyordum yoksa Sally’nin gömleğinin ağzından, sanki bir yanardağ volkanı gibi kırmızı pembe taşan memelerini görmek için mi bilmiyorum. Sarı saçlarının diplerinden her zaman beyazları görünürdü. Damarları uzaktan belli olan kırmızı bacaklarını diz kapaklarından büker, kalçasını geriye doğru uzatarak sorardı; “Heyy aynısından mı?” Sadece bir kere dilimin ucuna kadar geldi. Cesaretimi topladım, “İşin bitince bir kahve içelim mi?” dedim. Memelerini bar tezgâhına dayadı ve “İşimin bitmesini bekleyecek kadar vaktin var mı?” dedi. Afili bir cümle kurmak istedim. “Seni beklerken dünya duruyor zaten Sally.” “Ayaklarım yerden kesiliyor.” “Ben zaten bütün ömrüm boyunca seni bekledim…” Onun yerine salakça bir yarım cümle. “Dokuzda Portekiz’in maçı var odada olmak zorundayım.” Elimdeki sigarayı küllüğe bastırıp bahşiş kutusuna beş pound bırakıp çıkmıştım pub’dan.
O hafta yayıncımdan gelen 50 poundu harcıyordum. Yazmaya çalıştığım ve sayfaları çöp kutusunda biriken romana avans olarak vermişti. İlk iş, kaldığım odanın kira borcunu yatırıp rahatlamıştım. Sally’nin barında içki içecek param da vardı. Gerisi çok umurumda değildi. Bunun son fırsatım olduğunu nereden bilecektim ki.
Sol ayak parmak ucumdan başlayan bir uyuşukluk diz kapağıma kadar ilerledi. Kalabalığın içinde bana doğru eğilen Sally’nin kokusunu aldım. Bu kokuyu biliyorum. Bir poundcunun rafında kokladığım ucuz ama temiz bir koku. Çoğu akşam odama dönerken o markete uğrar, raflarda duran test numunelerini sağ elimin bilek içine sıkardım. Ve sonra evin kapısını açar açmaz üstümü değiştirmeden ilk işim bileğimi yastığa sürmek olurdu. Gece kafamı o yastığa gömdüğünde “Sally,” derdim. “Hey Sally, bütün ömrüm boyunca yanında olmak istiyorum. Evlenelim. Hadi evlen benimle!” Cevabını beklerken uyurdum.
Şimdi başıma eğilmiş, yüzü şaşkın, korkuyor. Üzülüyor da. Başımın yanında biriken kan bir yolunu bulmuş, yağmur oluğuna doğru akıyor. Ah Sally! Elimi tutsan keşke. Bir martı sesi duydum. Ve yanımda Harry. Onun gözlerinde bile bir telaş. Sally, Harry ve martılar aniden bulanıklaştı. Gözlerimi yavaşça kapattım. O çok iyi tanıdığım koku şimdi burnumun ucunda. Ucuz ve temiz bir koku. Kokuyla birlikte sıcak ve yumuşak bir dokunuş hissettim elimin üzerinde. Gevşedim. Yastığımda yatarcasına rahat, başımı kokudan yana, kaldırıma bıraktım. O soruyu sordum. Nefesimi tutmuş bekliyorum… Ne dediğini duymam lazım. Evet mi Sally? Evet mi?
23 Nisan 2022, Londra
ÖZNUR UNAT