. k e r e s t e

d e r g i

Deneme

Bizi Rahatsız Edecek Felsefenin İmkânı Üzerine

Furkan Soylu - 19 Haziran 2024

Giriş: Hayret, Temaşa ve Felsefe

İnsanın bu dünya içerisinde var olanlara, evrene ilişkin gözüne temas edenler sadece gözüne temas etmekle kalmamaktadır. Göze temas edenler, temas ettikleri andan itibaren insanın aklına düşmektedir. Eğer bu temas edenler merak ve bilmeye dönüşüyor ise insan için, o görülenler bir görüş halinde köklerini salmaya başlayacaktır.

Kadimlere göre insan, felsefeyi tam bu noktada ortaya çıkarmıştır. Aristoteles’e göre insanları felsefe yapmaya iten şey hayret olmuş (Metafizik, 982b14); Sokrates’e göre ise hayret, filozofun en başlıca duygusu, felsefenin başlangıç noktasıdır (Theaitetos, 155d). Hayret duyması itibari ile insan şeyler hakkında düşünmeye, şeylere ilişkin bilgisizliğini gidermeye başlamaktadır. İnsanın bilmek ile cehaletini gidermesisonucunda felsefe, kendisindeki o anlamı, yani “bilgelik sevgisi/dostu” olmayı insana tattırmıştır. Doğasında insanın cehaletten nefret etmek olduğunu düşünen kadimlere göre insan bu dünyaya bilmek için gelmiş, en kutsal şey ise insan için bilgi olmuştur. İnsana dair ayrım olarak söylenen akıl/söz(logos) sahibi olması böyle bir yönü içermektedir.

 

Teori ve Praksis Arasında Felsefe

Bilmek ile bilgeliğe yönelen insan artık bilgelik yoluna girerek aklı ve düşünceleri ile şeyleri soruşturmaya başlamış, onları temaşa(thoria) ederek anlamaya çalışmıştır. Böyle bir çaba sonucundan insan, kendisinin içinde bulunduğu dünyaya ve olup bitenlere de sırayı getirmekten alıkoyamamaktadır. Mevcut durumun, gerçekliğin ne olduğu, şimdi/burada(bu-ara-da) nelerin olup bittiği sorusu da kendisini duyumsatmıştır. Ancak ikisi arasında biraz fark gözükmektedir. Var-olanlara dair düşünme onları olduğu gibi bilmeye çalışarak değişmeyen, sabit, tümel açıdan düşünmek iken(thoria); mevcut duruma ve olan bitenlere ilişkin düşünce ise bir değişim, hareket ve eylemler alanını(praksis) içerisinde düşünmektir.

İnsan ise hayret ile başlayan bu düşünme ve bilgelik arayışında yalıtılmış bir varlık olarak bu-ara-da tek başına değildir, bir kalabalığın, toplumun içerisinde bulunmaktadır. Onun doğası gereği medeni olduğu (el–insân mediniyyun bi’t–tab‘) söylene gelmiştir. Bir yanıyla eylem(praksis) varlığı olması insanın bu kalabalık içerisinde birlikte nasıl yaşayacağını, neleri yapması gerektiğini ona düşündürtmektedir. Böylelikle felsefe, teorik bir etkinlik olarak insanın karşısındaki dünyaya ilişkin bilme faaliyeti iken; bulunduğu zaman ve mekân içerisinde nasıl yaşayacağını, hangi eylemlerde bulunacağı üzerine düşünmesi ile pratik bir etkinlik olarak bütünlüğünü kazanmaktadır. Akla dayalı varolanlara ilişkin teorik bir faaliyet olmasıyla beraber, insanın nasıl yaşayacağına yönelik etik ve politik konuları taşıması ile pratik yanı oluşmaktadır. Nitekim klasik bir esere bakacak olursak felsefenin, insanın şeylerin hakikatini bilmesi ve eylemlerini de en doğru şekilde yapması olduğu şeklinde tanımlandığını (Hârizmî, Mefâtîhu’l-‘ulûm, 153), böylece teorik(nazari) ve pratik(ameli) yanın birbirini tamamlayıcı görüldüğü anlaşılmaktadır. 

Teori ve pratik yönü itibari ile felsefenin bu bütünlüklü yapısı gerçekten ne kadar mümkündür? İnsanın iyiye, kötüye, güzele dair ne olduğuna dair bilgisi acaba eylemlerini de değiştirebilir mi? Aristoteles, aklıbaşındalık(phronesis) ve erdem hakkında bunları bilmekle aslında uygulayıcı kişiler olmayacağımızı, yapıp etmelerimizle ve eğitimle, zamanla bunların huy(heksis) olarak yerleşeceğini söylüyordu (Nikomakhos’a Etik, 1143b 20-25). Sokrates’e göre ise durum farklıydı, aslında bir insanın bildiği halde kötü olanı yapması pek mümkün gözükmüyordu. Ona göre felsefe, insanın ruhuna(psykhê) dönük bir faaliyet olarak cehaletinin farkına varması demekti. Eğer kişi bu cehalet durumundan ruhunu döndürmüşse, o yönde eylemler kendisinden sâdır etmemeliydi.

Bilgi ile bilgelik bir bütünlüğün ifadesi anlamına gelmekteydi.

Bugün açısından bakıldığında ise Sokrates’in bu düşüncesi biz modernler için çok anlaşılır durmuyor. Çünkü dışarıdaki dünya bilgisizliğin artık söz konusu olamayacağı bir dünya iken, biz modernlerin bu bilgi(enformasyon) seli içerisinde nasıl iyi bir yaşama ve eylemlere sahip olacağı konusunda zihinleri hiç berrak değil. Üstelik bilginin bir tekniksel, bilimsel olanın bilgisine dönüşerek enformasyon/malumat olmaya başladığı yerde bilgi ile eylem arasındaki boşluk daha çok açılıyor ya da bilginin vereceği bilgelik daha da uzaklaşmış gözüküyor. Nitekim bilgelik, insanın kendisinde bilgisinin yanında aklıbaşında, erdemli bir yaşamı da bütünleştirmesidir. Ancak bugün için artık bilgelikten söz edemiyoruz. Onun yerine bilgiçlerimiz, bilir kişilerimiz var. 

 

Felsefenin Gücü: Değiştirmek ve Dönüştürmek 

Mevcut durumun ne olduğu üzerine düşünmesi ile felsefe aslında bir yanıyla kritik eden, kriz çıkaran faaliyet olmaktadır. Onun her ne kadar içerisinde seyre/temaşaya dayanan bir thoria bulunsa da felsefe hiçbir zaman kendisine dilsizlik, sükût halini benimsemeyecektir. İçerisinde bulunduğumuz gerçekliği nelerin oluşturduğu, gerçeklik olarak kavradığımız durumun aslında ne olduğu üzerine soru sorması ve soruşturması ile felsefe, seyretmesinde dahi kendisinde bir rahatsız edicilik taşımaktadır. Seyrettiği andan itibaren gördüğünü dile getirmek, kritik etmek isteği oluşacaktır. Sokrates’i hatırlayacak olursak eğer onun felsefesindeki politik yan insanların bulunduğu gerçeklik içerisinde ne kadar bilgi sahibi olup olmadıklarını seyreden ancak bu seyretme sonrası onlarla diyalektiğe geçerek insanlara kendi gerçekliklerini ve bilgi durumları göstermek görevini taşımaktaydı. Böylelikle aslında Sokratik bir felsefe hem dönüştürücü olmayı hem de mevcut gerçekliği aşındırıcı olmayı da içeren bir felsefe yapma pratiği olarak kendisini göstermektedir. Buradan anlaşılan şudur ki felsefe: “yalnızca zehir değildir; aynı zamanda panzehirdir…” (Günsoy, …“Politik Olan” Kavramı, s.372) Peki Sokrates’ten öğrendiğimiz bu felsefe etkinliğinin bugün tekrar nasıl mümkün olacağını söyleyebiliriz? 

Elbette bir felsefe etkinliğinin bize doğrudan iyiyi ve doğruyu, adil yaşamı temin edeceğinin garantisini vereceğinin iyimser-konformist düşüncesine kapılmamamız gerekmektedir. Felsefeden alabileceğimiz bir güç varsa eğer bu, felsefenin durmak bitmek bilmeksizin gerçekliğin ardına geçme, peçesinden biraz aralayarak hakikatin mahremiyetini görmek isteme cüretidir.  Eğer daha iyi yaşamın ne olduğunu ve nasıl olduğunu düşünmek istiyorsak bunun için tekrar ve defalarca başa dönmekten yılmamak gerekmektedir. İçerisinde bulunduğumuz toplumu, kamusal alanı felsefe ile biraz temasa sokacaksak bize yapılacak yaftalamalara karşı hazır olmamız gerekmektedir. Nihayetinde eğer zehri elimizde tutuyorsak ve bu zehri akıl üretmişse elbette kendisinin panzehrini de yine akıl -eğer biz ona sahih ve sağlıklı şekilde dönersek- bize verebilecektir. 

Bir arada yaşayacağımız dünyanın ve toplumun sorunları hepimizin sorunlarıdır. Bu sorunlara karşı bazılarımız felsefenin o yıkıcı aynı zamanda inşa edici yanından güç alarak sorular ve sorgulamalar yönelterek mevcut durumumuza karşı bir cehaleti giderme çabası ile bize mağaradan çıkışı, mağaranın dışındaki ışığı işaret edebilir. Bunun içinse belki de bütün her şeye yeniden başlayarak yeni bir varlık anlamını, yeni bir insan nazariyesini ve yeni bir doğa düşüncesini de kurmamız gerekmektedir. Sonuçta pratik alana ve politik alana dair kuracağımız iyi ve doğru hakkındaki her şey varlığa, anlama ve değere dair metafizik fikirlerimizin gücünden ve zemininden kendisine kök bulacaktır. 

Buraya kadar tartıştığımız hususlar hakkında elbette son sözü söylemek mümkün olmadığı için en azından bazı noktalara işaret etmenin de değerli olduğunu düşünerek şu cümleler ile bitirmek anlamlı olacaktır: 

            “[…] bunların hepsi hakkında zor olan yalnızca hakikatin yolunu açmak değildir, ayrıca onlar hakkındaki zorlukları iyice ifade etmek de kolay değildir.” (Metafizik, 996a15-18)

 

 

 

Sözü Geçen Çalışmalar:

Aristoteles, Metafizik, çev.: Y. Gurur Sev, İstanbul: Pinhan, 2019.

Funda Günsoy, Carl Schmitt ve Leo Strauss'ta 'Politik Olan' Kavramı, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı, İzmir 2009.

Hârizmî, M. b.,  Mefâtîhu’l-‘ulûm, thk.: İbrahim el-Ebyârî, Beyrut: Dâru’l-Kitabi’lArabî, 1989.

Platon, Theaitetos, çev.: Birdal Akar, Ankara: BilgeSu, 2016. 

 

FURKAN SOYLU

Şüheda
EDİTÖR