. k e r e s t e

d e r g i

İnceleme

Bilim Tarihi Yazımını Aşındırmak: Steven Shapin ve Bilimsel Devrim

FURKAN SOYLU - 05 ŞUBAT 2022

Steven Shapin, Bilimsel Devrim, çev.: Ayşegül Yurdaçalış, İstanbul: Vadi Yayınları, 2021.

ÖZ

Steven Shapin, 1996 yılında yayımlamış olduğu Bilimsel Devrim eserinde hâkim bilim tarihi yazımını tartışmış ve bilimsel devrimin mahiyetine dair yeni bir okuma biçimi sunmaya çalışmıştır. Bu makale, Shapin’in Bilimsel Devrim eserinde bilim tarihine yaklaşımını ve bilimsel devrimin mahiyetine dair yürüttüğü tartışmayı ele alacaktır. Shapin’in eserini kurmuş olduğu “Giriş” ve “Ne Biliniyordu?”, “Nasıl Biliniyordu?”, “Bilgi Ne İçindi?” şeklindeki üç bölümün incelemesini yapmaya çalışacaktır.

 

                                            “Tarihi canlandırma isteği kadar beylik bir tarihsel istek yoktur.”

Steven Shapin’in Bilim Tarihi Yazımına Yaklaşımı ve Teklifi

Shapin, bilimin zamana dayalı sosyal bir etkinlik olduğunun ve bu etkinliğin ise oluştuğu bağlamın dikkate alınması ile anlaşılabileceğinin kesin, tartışılmaz bir gerçeklik olarak kabulüne sahiptir. Bilimin tarihsel ve kolektif boyutuyla kavranması için bilimin tüm yönlerini, fikirlerini ve pratiğini; kurumsal formlardan ve sosyal kullanımlardan daha az olmayacak şekilde kapsamak gereklidir. Nitekim bilimin sosyolojik yönü ile bilimin dışında kalan alan arasında kurulacak bir benzerlik/özdeşlik Shapin’e göre sağlıklı, uygun bir yol olarak düşünülmemektedir. Bir kaynak olarak sosyal ile bilimsel ayrımının suni bir ayrım olduğunu öne sürerek bu noktayı sorgulamaya açıyor: “Esas sorum şu; Böyle bir ayrımın doğal bir şey olduğunu düşünmeye ne zaman, nasıl ve niçin başladık?” (Shapin, 2021, s. 23)

Reformlara radikal bir yaklaşım ile bir özü olduğu düşüncesinin yadsınması Shapin’in bilimsel devrim olgusuna yaklaşımının merkezinde yer alıyor. Bu noktada yazar özü ne kadar yadsısa da yapay olarak önemli değişimleri gruplandırma gereği ile karşı karşıya kaldığını eklemeden geçmiyor. Geçmişe dair anlatılarımızda daima “biz”den bir şey katılmaktadır. Shapin’e göre bir tarihçi için bu büyük ve mühim bir sorundur. Bilim tarihi yazımı açısından eksiklik tespiti olarak gördüğü; “ne, niçin, nasıl?” arasındaki ilişkinin parçalanmasına karşılık eserini bir tarih yazımı(historiyografi) teklifi/örneği olarak tasarladığını görebiliyoruz. Eserinin girişi dışında, “Ne Biliniyordu?”, “Nasıl Biliniyordu?”, “Bilgi Ne İçindi?” şeklinde üç soru ile bölümlere ayrıldığını görüyoruz.

Birinci bölümde Shapin, bilimin getirdikleri ve oluşan bilime dair bilgilerimizin serimlemesini gerçekleştiriyor. Bu bölümde modeller, araçlar, otorite görüşler/isimler etrafında bir anlatı kuruluyor. 17.yüzyıl/Yeni Çağ felsefesinin en merkezî özelliği olan niteliklerin nicelikleştirilmesi meselesi de yine burada Shapin tarafından yorumlanarak, dakik şekilde okuyucuya sunuluyor.

İkinci bölüme gelindiğinde ise oluşturulan bilme çeşitlerinin ele alınması ve edindiğimiz bilgilerden bilime sıçramayı gerçekleştirecek çalışmaların ne olduğunu okuyoruz. Deneylerin varlığına dair gereken olumluluk durumunun inşası yani geçerlilik oluşturma meselesi önemli bir noktada duruyor. Doğa’nın bir kitap olarak algılanması ve burada Tanrı’nın kendisi ile kurulacak ilişkinin tamamen terk edilmediği söylenebilir. Toptan bir reddetmenin ya da baştan aşağı yenilenmenin bir retorik tonunun/boyutunun olduğunu düşünen Shapin, uygulayıcıların mevcut felsefî dizgelere göre konumlanma eğilimi gösterdiklerini ifade ediyor. Yeni bir bilme yönteminin kendisinden öncekilerle ayrıştığı noktaların neler olduğunu bu bölümde okuyoruz. Shapin’in buradaki elde ettiği bilgiler; tek-bir mutlak duygu ve yaklaşımın olmadığı, nasıl kontrol edileceğine dair çok farklı fikrin, uygulamanın ve aracın kullanıldığı yönünde sonuçlanıyor. İkinci bölümün en dikkat çekici kısmı ise Shapin’in bilginin paylaşılması ve halka duyurulması kısmındaki aktardıklarıdır. Kişisel yani statüsü olan bir mesele olmaktan çok gayet kamusallaştırılmış bir deneyim imkanının arandığını görüyoruz. Bu arayış ile kurulması istenen “bilimin halk nezdinde bir karşılığa tekabül etmesidir” denilebilir. Elde edilen bilimsel gerçekliklerin evrensel bir yön taşıması için yerel-tarihsel olmayı aşan bir dil kurulmasının gereğine inanıldığının ve her çalışmanın bu dil ile yazılmasının zorunluluk olarak düşünüldüğünü görüyoruz. Bu serimleme ile Shapin modern bilimin statik ve yaşamdan ötede bir faaliyet olmadığını, dinamik ve pratik odaklı bir yönü olduğunu göstermiş bulunuyor.

Üçüncü bölüm ile 17. yüzyıl itibari ile günümüze kadar kendisini getirmeyi başarmış olan bilimin, din ve toplum ile ilişkisinin ele alındığını görüyoruz. Shapin’in, bu yüzyıl için doğa bilgisinin değişimi amacına dair kurulması çabalanan dilin/anlatının Hristiyan dininin hedeflerinin yayılmasına ve desteklenmesine kanalize edilmesi şeklindeki ifadeleri modernliğe dair bilinegelen din-bilim ilişkisini aşındıran bir noktada bulunuyor. Yine bu bölüm itibari ile önceki bölümde gördüğümüz bilimin sadece bir inanç yönü olmadığını, bilimin pratik bir doğasının olduğunu ve pratik faaliyetlere, yaşama kaynak noktasının olduğunu okuyoruz.

Sonuç Yerine

Bilim tarihi yazımına dair genel kabulleri ele almanın gerekliliğine inanan Shapin’in bu eseri bilim tarihine meraklı okuyucular için güzel anekdotlara ve bilgilere sahiptir. Bilimin gelişmesi adına -önemli yeri olan- gereken güveni sağlamak için yapılacak şeyin mit kurmak/üretmek olmadığını düşünen Shapin eleştirel ve denetlenebilir bir okuma yapmaya çalışıyor. Bilimsel devrimin öz-den yoksunluğuna yaptığı vurgusu ve devrimsel bir olaydan ziyade, süregelenin değişimi şeklinde önceki ile ilişkileri daha dakik sunması farklı bir bakış açısı sunuyor. Modern bilim tarihi yazımı paradigmasının çok köklü bir eleştirisini yaptığını gördüğümüz yerler olsa da bulunduğu mevcut değer-dizge dünyasının dili ile meselelere yaklaşımını da görebiliyoruz. Bitirmeden önce birkaç eleştiri olarak ise bilim tarihine dair devrim olgusuna yaptığı çıkışın temellendirilişi alana hâkim okuyucular tarafından güçlü argüman azlığı gibi bir kanaat verebilecektir. Özellikle öz yadsıması gibi radikal bir tutum, bilim tarihi yazımı alanında uzmanların kanaatlerinde bir değişimi hedefliyorsa daha kuvvetli bir şekilde temellendirilmelidir diye düşünüyorum.

 

FURKAN SOYLU

Şüheda
EDİTÖR