. k e r e s t e

d e r g i

Öykü

Herkesin Bildiği Şu Kedili Kadın

SELMAN DİNLER - 07 HAZİRAN 2022

Arkadaşları onu uyarmaya çalışmıştı ama Şair onların sözünü dinleyecek adam değildi. Her uyarıya uyacak olsa Şair olamazdı zaten. Aksine; bir yasak tabelası varsa, ne yapar eder, o sınırın ötesine geçerdi. Ara sıra başı belaya girerse de girsin. Çünkü, diye düşündü bıyıklarını çiğnerken, en özel mücevherler en tehlikeli yerlerde saklanır. En lezzetli meyveler ulaşması zor üst dallardadır. Kolayca elde edilen şey değersizdir. Ejderhanın dişleri ve alevden nefesi, altında bir hazine yattığının işaretidir. Beğendi bu lakırdıları, bir şiirinde kullanmak üzere tekrarladı içinden.

O sırada Kedili Kadın, bacağına sürtünen iki kedinin eşliğinde, sihirli iksirim dediği kokteyli hazırlamış, uzun kadehler içinde getiriyordu. Koyu yeşil bir sıvıyla dolu, kenarından bir pipet ve bir minyatür şemsiye yükselen bardaklardan birini Şair’in önüne koydu, karşısındaki koltuğa yerleşti. Kemikleri kalın, etine dolgun, Şair’in yaşlarında bir kadın. İkisi de kırklar kapısından girmişti fakat Şair kırlaşmış saçları ve sağlıksız yaşamının yıprattığı yüzüyle çok daha yaşlı görünüyordu. Kedili Kadın iri ve hareketli, Şair ise sıska, solgun, yavaş. Gecenin ilerleyen saatlerinde iş karakucak güreşe dönerse, diye düşündü Şair, her zamanki incelikli mizahıyla, halim harap. Ne yapıp edip altta kalmamalıyım.

Kadın önden bir tutam perçemini pembeye boyamıştı. Kulaklarında ve burnunda bir sürü küpe ve piercing parlıyordu. Şair onu horgörüyle başabaş giden çiğ bir şehvetle süzdü. Bunu gizlemeye uğraşmıyordu. Küstah ve doğrudandı bakışları. Böyle bakmayı kimse öğretmemişti ona, yıllar içinde kendi kendine öğrenmişti. Genellikle işe yarıyordu. Kedili Kadın seyredildiğinin farkındaydı. Kucağına zıplayan kedilerden birini kaldırdı, burnundan öpüp usulca yere bıraktı. Kadehi beyaz ve tombul memelerinin arasına dayanmıştı.  

Şair kaldırdı kadehini, gülümsedi. Kadehlerini tokuştururken ikisi de sehpanın üzerinden öne eğilmek zorunda kalınca biraz daha açılan Kedili Kadın’ın bereketli dekoltesi, Şair’i daha da derin düşüncelere ve şairane duygulara sevk etti. Bu akşam kendisini buraya davet ettirdiği için şimdiden memnundu. Barda bu kadınla konuşurken sarf ettiği emeğin karşılığını alacağını hissediyordu. Bu memnuniyeti, kokteylden bir yudum alana kadar sürdü.

Onun yüzünü buruşturduğunu gören Kedili Kadın sordu, “O kadar mı kötü?

Yalan söylememi mi istersin, gerçeği duymak mı?

O kadar mı?” Kedili Kadın bozulmuş gibiydi.

Yoo şaka yaptım, gayet güzel. Sadece alışmam biraz zaman alacak.

İçinde süper gıdalar var. Maca tozu, duymuş muydun?

Şair başını iki yana salladı.

Peru’dan geldi, And Dağları’ndan. Bir tür bitki köküdür. Bedende biriken toksik etkileri sağaltır. Libidinal enerjiyi, yaratıcılık ve doğurganlığı arttırır.

Demek doğurganlığı arttırıyor, bundan sonra patron beni her becerdiğinde ona yeni bir proje doğuracağım desene.

Şairin cılız gülüşü Kedili Kadın’ın meme dekoltesinde yumuşadı, sönümlendi ve geriye hafifçe kıvrılmış bir dudak kaldı sadece. “Bizim patronu diyorum, ajansın sahibi Kazım Ağabey.”

Kart Ajans’tı değil mi?

Şair başını salladı. “Tanıyor musun Kazım Ağabey’i? Kazım Artalan, tanımıyor musun? Keşke ben de tanımamış olsaydım. Beni rezil bir reklamcıya dönüştürmeye çalışıyor ve korkarım başarıyor da. Sana bir şey söyleyeyim mi Selen..”  

Siren.

Çok pardon ya, Selen mi dedim? Selen olmadığına emin misin?” Şair kırıtarak güldü.

Selen değil Siren. Siren Cançıktı. Sizin dergiye iki şiirimi göndermiştim, onları da unutmadın umarım?

Şair çaresizce ellerini açtı.

Sirenlerin Çağrısı ve Sirenler Kimin İçin Çalıyor.

Haa, hatırladım şimdi. Pardon. Evet, imgelemi zengin, sesi gür şiirlerdi.”

Ama basmadınız.

Basmadık mı?

Siren başını salladı. “Çok daha kötü bir sürü şiir bastınız o sayıda üstelik.

Bizim Nevzat’ın kulağını çekeceğim. Yayın yönetmenimiz o biliyorsun. Gözünden kaçmış olmalı. Ben bastık diye biliyordum.” Yeşil sıvıdan bir yudum aldı. “Hatırlatırım merak etme.

Kedili Kadın göreceğiz bakalım, der gibi hafif bir gülümsemeyle sustu.

Şair konuyu değiştirmek için o sırada ayaklarına sürtünerek geçmekte olan kara kediyi işaret etti. “Bunun adı ne?

Gece.

Güzel isim. Kaç kedin var?

Aslında onlara kedim diyemem. Aramızda bir sahiplik ilişkisi yok. Benim değiller, yalnızca yaşamlarını benimle paylaşmayı seçtiler. Şöyle ifade etmeyi seviyorum: Biz bu evde hep beraber yaşayan yedi kediyiz. Aslında sekizdik ama bir tanesi aramızdan ayrıldı, şimdi yedi kaldık.”

Sen dahil yedi. Koca bir sürü ha?

Evet güçlü, birbirine bağlı yedi kız kardeş.

Hepsi dişi?

Şu an hepsi dişi.

Ve sürünün lideri de sensin o halde. Kedi kraliçe.

Siren başını geriye atıp zil gibi çınlayan bir kahkahayla doldurdu salonu. Bu ses bir tür çağrı gibi koltukların altından ve diğer odalardan kedileri kendine çekmişti. Gri, siyah, sarı, beyaz, bir sürü kedi. Şair onları sayamadan salonda fır döndüler ve geldikleri hızla dağıldılar, karanlık köşelerde kayboldular. Son kalan iki kedi aynı anda Siren’in kucağına çıkmaya çalışınca siyah olan gri çizgiliye sağlam bir pençe attı ve biraz daha dövmek için peşinden hızla kapıdan fırladı.

Ufak tefek geçimsizlikler oluyor demek sürü içinde.

Asla. Birbirimize çok düşkünüzdür. Yalnızca oyun oynuyorlar.

Ne bileyim, bir evde yedi kadın. Bana çok fazla kavga ve kıskançlık çağrıştırdı. Bizim ajanstaki kadın savaşları efsanedir…

Yanılıyorsun. Toksik erkekliğinin seni sürüklediği bir yanılgı. Her şeyden önce savaş, eril zihnin bir ürünüdür. Dünyayı kadınlar yönetse asla savaş çıkmazdı.

Şair şansını fazla zorlarsa bu gece avucunu yalayacağını anlamıştı.

Haklısın canım. O anlamda ben de feministim elbette. Sonuçta kadınların yönettiği bir dünyayı henüz deneyimlemedik. Erkek egemen düzenin bize ne sunduğu da ortada.” Ellerini dramatik bir tavırla iki yana açtı. “Bok gibi bir dünya!” Fazla havaya girmiş, biraz bağırmıştı.

Siren onu uyardı. “Kediler yüksek sese alışık değil, biraz daha kısık..

Şair başını salladı. “Pardon.” Takip eden sessizlikte eve derinlemesine sinmiş, her fırsatta alttan alta kendini hatırlatan kedi sidiği kokusunu doya doya içine çekti ve pişmanlığa benzer bir sızı kapladı yüreğini. Ne yapıyordu burada? Bir bahane uydurup kalksa mıydı?

Fakat Siren’in dekoltesine bakınca içinde yeni bir kararlılık belirdi. Bu beyaz tepelere bir tür Kurtuluş Savaşı cephesi gibi tutunacaktı. Kadehindeki yeşil sıvıyı, tazelenmiş bir azimle yudumladı. Kedili Kadın’ın sesiyle kendine geldi, “Ne düşünüyorsun öyle?

Şey,” hızlıca düşündü, beyninin içinde bir başka beyin daha vardı sanki. “Senin şu şiirlerini düşünüyordum.”

Neyini düşünüyordun?

Sirenlerin Çağrısı ve Sirenler Kimin İçin Çalıyor. Eserlerine kendi adını vermen oldukça cesaret gerektiren bir şey, biliyor musun? Yani sanatına tüm benliğinle sahip çıkıyorsun. İyi de olsa, kötü de, her koşulda arkasındasın şiirlerinin. Onlar senin dünyaya haykırışın, bakın, ben de varım, dercesine.

Abartma.

Yoo, ciddiyim. Bu içinde bulunduğumuz sosyal medya çağında herkes bir takma ismin arkasından konuşuyor. Ya da kendi adını bile bir şekilde sahteleştirmeyi başarıyor insanlar. Herkes bir tür proje gibi, kısacası sahte.

“Demek öyle…” Kedili Kadın daha fazlasını duymak istiyordu.

Saklanıyoruz abi, kendimiz olarak ortaya çıkmaktan korkuyoruz. En sıradan olanımız bile çırılçıplak olamıyor, en azından kıyafetlerin arkasına saklanıyoruz.”

Kedili Kadın ayaklarını altına toplamış, çenesi avucunda, Şair’in pek böbürlendiği gür, derin, bas bariton sesini dinlemekten hoşnuttu. Birazdan gurlamaya başlayacak gibiydi. Kadehine uzandı.

Ah, içkimiz bitmiş.” Kalktı. “Sana da koyayım mı?

Şair dişini sıkıp kadehi dikti ve uzattı. “Lütfen.

Kedili Kadın, çıplak ayaklarıyla halının üzerinde seker gibi uzaklaştı ve aynı cilveli adımlarla geri geldi. “İşte sihirli iksirimden biraz daha.

Şair yeniden yeşil sıvıyla doldurulmuş kadehi alırken gülümseyince yanaklarının uyuşmaya başladığını hissetti. Yüzünü mıncıkladı, uçları ağzına giren bıyıklarını ve top sakalını çekiştirdi.

Bayağı sert bir şey şu senin karışım. Tekila mı var bunda?

Bravo. Tekila ve başka şeyler.

Hızlı çarpıyor.

Siren kucağına çıkan sarı çizgili kediyi yine burnundan öpüp yere bıraktı. Koltuğun altında uyuklamakta olan gri kedi önüne bırakılan sarıyı bir anda karşısında görünce irkildi ve tokadı bastı kız kardeşine. Yine bir bağırtı, cayırtı ve diğer kediler de ortaya fırladı. Bu fırtına başladığı gibi yine hızla dağıldı ve kediler karanlık köşelerde kayboldular. Yalnız bir tanesi, kara kedi, o curcunada şairin kucağına sığınmıştı.

Gece, kızım, şöyle alalım seni,” diyerek onu yana itti Şair ama bu kedinin pek hoşuna gitmemişti. İndirildiği yerden, tek patisini Şair’in dizinde tutarak, kötü kötü baktı.

O sırada Siren, kucağına bir dergi almış, sayfalarını çeviriyordu. Kızıl Tan.

Benim yerime basmayı tercih ettiğiniz şiirlerden biri. Dinleyecek misin?

Şair yeşil sıvıdan koca bir yudum yuvarladı ve eliyle devam etmesini işaret etti.

Tin ve din,

Ben ve sen,

Neden?

Ruh ve beden,

Belki çok erken,

Gittin, geldin,

Erken değil, geçtin,

İçimden,

İnledim,

Çünkü sendin,


Kalbin, kalpten, kalbim,

Tenim, ipekten,

Ve geldin,

Suretin, hasretim,

Tin ve din.


Dergiyi kapatıp kaşlarını çattı. “Sence şiir mi bu?

Bu kadar mı?

Evet. Kendi derginde bastığın şiiri bilmiyor musun?

Sakin ol şampiyon. Dediğim gibi yayın yönetmeni Nevzat. Kim yazmış bunu?

Çisil Durusoy.

Ha şu Çisil. O dönem bizim Gaffar’ın manitasıydı. Takma canım kafana bu kadar.

Bir şeye taktığım yok, sadece sorguluyorum. Sizin edebi anlayışınız genç çıtırları yatağa atmak için onların berbat şiirlerini basmaktan mı ibaret?

Bu tavrını beğenmedim. Kızıl Tan dergisi tek bir kötü şiirle lekelenmeyecek kadar uzun soluklu bir mücadelenin…

Bir grup orta yaşlı kurt, köşeleri tutmuşsunuz. Neden aranızda bir kadın yok?

Şair sihirli karışımdan koca bir yudum daha yuvarladı. Bıyığının kenarını çekiştirerek susuyordu. Ulan Gaffar, diye düşündü. Seni şerefsiz. Çisil’i de sen götürmüştün. En iyi parçalar hep sana düşer. Göbeği açık tişörtlerle toplantılara gelen sarışın Çisil. Bir süre onu düşündükten sonra karşısında oturan Siren’e haksızlığa uğramış gözlerle baktı.

Neden aranızda bir kadın yok?

Şair’in sesi kızgınlıkla yükseldi. “Öncelikle…

Ama cümlesini tamamlayamadı. Bağırmasıyla birlikte yanında yatan kedi zıplamış, suratına pençeyi geçirmişti. Şair yüzünü kapatarak kenara attı kendini. Kara kedinin kendisi de korkmuş, salonun köşesine kaçmıştı.

İyi misin?

Şair dehşet içinde ellerini yüzünde gezdirdi, parmaklarına baktı. Hafif bir kırmızılık vardı.

Yüzümü çizdi galiba.

Bağırmamalıydın. Alışık değiller.”

Şair yanağındaki yangını ovuşturdu. Ne diyordu bu? Dekoltesine de, kedisine de lanet ederek kalktı. “Lavabo nerede?

Biraz otursan daha iyi olur.”

Yüzümü yıkamak istiyorum. Lavabo nerede?

Siren, kapı ağzında durmuş, hala ters ters bakan kara kediyi gösterdi. “Şu an heyecanlandı. Biraz sakinleşsin, öyle gidersin.

Ama Şair gitme denilen yerlere gitmeyecek adam değildi. Kalktı. “Bir şey olmaz.

Kapıya doğru yürüdü. Kara kedi gerilmişti. Tüyleri diken diken, sırtı kambur, tıslayarak geri çekildi. Duvara büzüştü. Şair yanından geçerken de iki hamlede sıçrayarak yükseldi, sağlı sollu iki tokat daha patlattı Şair’e. Zavallı adam kendisini koruyacak kadar zaman bulamamıştı. Öfkeyle çaresizlik karışımı, çocuksu çığlıklarla salona kaçtı.

Ne oluyor ya! Ne bu saçmalık!” Yüzü alev alev yanıyordu.

Kara kedi Şair’in o derin, bas bariton sesiyle koyverdiği haykırışlardan ürkmüş, Siren’in kucağına sığınmıştı. Kedili Kadın “Şişşş,” dedi. Hayvanın başını ve sırtını okşarken konuştu. “Sakinleşmesini beklemeliydin. Sana gitme demedim mi?

Kusura bakma da nereye, ne zaman gideceğime ben karar veririm.” Ama paşa paşa döndü, eski yerine oturdu.

Bağırış çağırışı duyan kediler diğer odalardan ve karanlık köşelerden birer ikişer çıkarak salona geldi, Siren’in çevresine bir yelpaze gibi yayılarak oturdular. Loş aydınlatmadan mı, yoksa içtiği tuhaf kokteylden mi, kedilerin gözleri fazla parlak görünüyordu Şair’e. Huzursuz bir sessizlik içinde karşısında kedi gözlerinden bir duvar örülüyordu. İçinden bir ses kalk artık, git buradan, diyordu sürekli.

Sirenciğim, biraz tadım kaçtı. Kalkayım artık. Bu güzel sohbeti başka bir akşam nihayete erdiririz.” Şair kalktı, bir sandalyenin arkasına astığı yeşil parkasını giydi.

“Tavsiye etmem.

Şair onu dinlemedi. Kedileri ürkütmeyeceğini umduğu çok yavaş, ihtiyatlı adımlarla kapıya yöneldi.

Kedili Kadın ve altı kız kardeşi parlak gözlerle onu izliyorlardı. “Neden bir kez olsun söz dinlemiyorsun? Klan fazla heyecanlandı. Otur biraz daha.

Şair’in ayakları dondu kaldı ama gövdesi yürümeye devam etmek ister gibi kıpır kıpırdı. “Bak, kapıyı açıp çıkacağım, okey? Hepsi bu. Kedilerine sahip ol bir dakika.”

Aramızda bir sahiplik ilişkisi olmadığını söylemiştim. Neden hemen kaçıp gidiyorsun ki? Zihin konforun bozuldu, otoriten sorgulandı diye bir bebek gibi ağlayarak kaçman mı gerekir? Seninle dengi olarak konuşan kadınlara alışık değilsin herhalde.

Şair duruyordu. Siren’in hala beyaz ve hala tombul görünen dekoltesine bakarak iç çekti. “Yorgunum ya, gerçekten. Kafam da güzel oldu. Kaçayım ben en iyisi.

Önce ürkek ve yavaş, sonra gittikçe kendinden emin adımlarla salondan çıktı. Dış kapının önüne geldi. Ayakkabılarını giyecekken birinin içinde küçük, yuvarlak şeyler çarptı gözüne. Ters çevirdi, parkenin üstüne üç parça kedi boku düştü.

Bu kadarına da tahammül edemezdi. “Allah kahretsin ya! Kedilerin ayakkabıma sıçmış!

Ne?

Kedilerin diyorum, ayakkabıma sıçmışlar!

Siren’in sesi içerden çınlayarak geldi, “Saçmalama!

Bu kadar bağırtı, zaten sinirleri gerilmiş olan kedileri çıldırtmıştı. Önce içeriden birbirlerine carlayıp tıslama sesleri geldi, sonra kopan gürültü gittikçe büyüdü, yaklaştı, üst üste alt alta pençeleşen bir sürü hayvan koridora taştı. Rengarenk tüy bulutu içinde dişler, gözler ve pençeler görünüp kayboluyordu. Kedi kasırgası döne yüksele yaklaştı koridorda ve Şair’e çarptı. Bu hortumdan çıkan dişler ve pençeler Şair’in sıska vücuduna uçan bir sürü hançer gibi saplanıyordu.

Kızıl Tan’ın emektar mısra çatıcısı göz açıp kapayana kadar bir araba dayak yemiş, karşısına çıkan ilk odaya dar atmıştı kendisini. Sırtı kapıya dayalı, acıklı, ağlamaklı bir iniltiyle yüzünü gözünü yokladı. Kulaklarından biri fena kanıyordu. Canının acısından çok kendi kanını görmek onu darmadağın etti. “Neden ya? Neden?” diye mırıldanarak göz yaşlarına boğuldu.

Kendi iniltileriyle dolu kulaklarına Siren’in sesi güçlükle ulaştığında bir dakikadır ağlıyordu. “Bırak içeri geleyim. Sana diyorum, kapıyı aç. Kediler gitti. İyi misin?

Şair sümüklerini ve gözyaşlarını yeşil parkasının koluna silip kendine biraz çeki düzen verdikten sonra kapının önünden çekildi.

Kulağın, dur bekle.” Kedili Kadın elinde bir ilk yardım kutusuyla döndü. Becerikli hareketlerle bir parça pamuğa biraz tentürdiyot sıktı, kulağını ve yüzündeki diğer çizikleri temizledi.

Şair’in ürkek sesi titredi, “Kapıyı örter misin?

Siren kapıyı örttü. “Tamam, geçti. Korkma artık.”

Çok mu kötü kulağım?

Hayır, hayır, küçük bir sıyrık. Kanaması durdu. Merak etme, izi bile kalmayacak.

Lavaboya gidemez miyim? Aynaya bakmak istiyorum.” Şair’in sesi o kadar bas bariton değildi şimdi.

Şişş,” diye fısıldadı Kedili Kadın, Şair’in başını ve ensesini okşadı, top sakalını kaşıdı biraz. Burnundan öptü. “Endişelenme. Ben sana gideceğin zamanı söyleyeceğim.

 

SELMAN DİNLER

Şüheda
EDİTÖR