. k e r e s t e

d e r g i

Deneme

Cennet Yanılsamasının Menfi Tezahürleri

AHMET MÜCAHİD YILDIZ - 15 HAZİRAN 2021

Geçmiş, yaşanılan ânın sebebidir. Bugüne dair yaptığımız yorumlar ve analizler, mâzinin sunduğu verilerle mümkün olabiliyor. Genelde ülkemiz ve dünya tarihine, özelde kendi hayatıma baktığımda geçmişin, yaşamak hissi bakımından daha korunmuş ve yaşanası bir zaman dilimi olduğunu sanıyorum. Belki de bu, çocuksu bir özlemdir ama yine de geçmişin daha duygu yüklü ve hiçlikten beri olduğuna inanasım var. Nedendir bilmem, 80’lerde, 90’larda -yaşanılan siyasi ve sosyal problemlere rağmen- insanların daha samimi ve candan olduğunu sanıyorum. Grozni kuşatmasındaki Çeçenler, şimdiki torunlarından daha hisli ve heyecanlı olsalar gerek. Her insan, çocukluğundaki saf ve samimi günlerden ya da ilk gençliğindeki duygu yoğunluğundan dem vurarak bir daha yaşanamayacakmış gibi duran yıllarını özler. Bir insan hayatı gibi, sanki koca dünya tarihinin de her yeni günü bir öncekinden beter. Çocukluğumda kalan, yuvarlak yapılı külliyenin etrafında koşuşlarımdaki o cevval ruhumu bir daha bulur muyum? Yepyeni heyecanlarla kalemime tutunup, kalbi tekamülün duraklarında dinlenerek yol alabilir miyim yeniden?

Acaba dünya, kurulu bir düzenek gibi her gün felaketine doğru gitmek zorunda mı? Yoksa biz ellerimizle mi onu yaşanılamaz bir yere çeviriyor ve ruhumuza sıkıntı veriyoruz? Eğer “esbabı elimizden atarak ye’se” sarılmak gibi bir alışkanlığımız varsa yani irademiz zayıf ve mukavemetsiz ise dünyayı kurulu bir düzenek olarak görüyoruzdur. Ancak mâkul olan ellerimizi semaya açmadan önce gönüllerimizi harekete geçirmektir: Deveyi bağlamak lazım. Yoksa güzellikleri çoğaltmak ve insan hayatına pozitif etkide bulunmak olası değil. Belki bu hayat mücadelesinde 3-0 yenilmek yerine maçı 3-2 bitirmek ihtimalini tüm enerjimizle kovalamalıyız. Eğer dünya eski zamanlarındaki saflığını koruyamamışsa ve biz de çoçuk kalplerimizi kaybetmiş isek bu; diğer tüm olumsuz dünya olay ve olguları gibi sebeplerden, ihmallerden ve yanlış hamlelerden bağımsız değildir. Biz, kalplerini yitirmiş, hiçlik duygusuna kapılmış ve ara ara intihar seneryoları yazan ceset yığınları olarak hangi sebeplerle buraya geldik? Neler yaptık ki bu kadar heyecansız ve duyarsız varlıklara dönüştük? Anlamalıyız ki mevcut ahvalimiz şimdiye kadar yaşanılanların eseri. Bedenleri büyüdükçe çocuk kalplerini koruyanlar veya en azından koruma niyetinde olanlar ve bu minvalde çabalayanlar çoğu insanın aksine varlıklarını iyi sebeplerle beslediler.

Var olan bu duyarsızlık ve ruhsuzluk durumunun bir çok sebebi olabilir ancak bizi bu ve benzeri menfi dönüşümlere sokan sebeplerden biri konfordur diyebiliriz. “Hayatı kolay yaşanır duruma getiren maddi rahatlık.” diyor “Kubbealtı Sözlüğü”, konforun tanımına. Fakat insanların konfora yaklaşımı farklı olabiliyor. Kimine göre konfor, üretkenliği ve mukavemet ruhunu öldüren bir virüs iken dünyevileşen birisi için varlık sebebi olabilir. İnsanlığın kahir ekseriyeti bu ikinci kısımda yer alarak konforu olmazsa olmaz telakki etmektedir.

Çayıra salınmış herhangi bir seviyedeki konfor, hep daha fazla rahatlığı hedefletir ve biz çoğu zaman daha fazlasına vakit ve imkan bulamayız. Sonuç olarak bunalımlar kapımızı çalar. Daha fazla rahatlık için imkân bulsak da bu sefer ruhumuz tatminsizlik yaşamaya başlar. Puf koltuğa oturarak poz verenleri her daim mutlu sanar çöp toplayan çocuklar. Fakat bütün bunların insanı nihai hedefe götüremediği anlaşılmasına rağmen konfor propagandasının ardı arkası kesilmez. Bu dünyanın her metrekaresi konfor reklamlarıyla doludur. Sokağa çıkarsınız billboardlarda konfor, telefonda konfor, aile muhabbetlerinde ev, araba meselesinde konfor… Yani reklam panolarının vadettiği şeyler, nefislerimizle buluştu ve bugünkü bizi doğurdu. Ancak şunu unuttuk ki bizim rahatımız başkasının rahatsızlığını ortadan kaldırmıyor ve hatta başkasının rahatsızlığı bizim rahatımızdan tezahür edebiliyor. Bu durum ağır bir duyarsızlığı beraberinde getirdi. Savaşların durması, silahların susması için değil bunların açtığı yaraları sararak, kendi rahatımızdan ödün vermeden mış gibi yaparak mazlumların yanında yer almaya başladık. Çünkü bataklığı kurutmak, topyekün bir mücadeleyi ve konforun terkini gerektirirdi. Yani siz kuklayı değil de kuklacıyı nişan aldığınızda silahınızı biraz daha yukarı kaldırmanız gerekir ama buna meylettiğiniz de ise sirenler çalmaya başlar ve insan tiyatrodan çıkmak istemez.

Diğer yandan konfor, üretime ket vurdu ve bazıları için üretim kalitesini düşürdü. Bu aşamadan sonra tükettiğimiz de konfor oldu ürettiğimiz de. Çünkü herkes konfor istediğinde edebiyatın, şiirin, düşüncenin ve dinin bir kıymeti kalmıyor. İstekler nereye yoğunlaşırsa ancak o yerden ve o yerin doğasına uygun üretimler yapılabiliyor. Şu anda sosyal medya mecralarında dünyevi yani konforcu içerikler bizim kıymet verdiğimiz din, düşünce ve edebiyat merkezli içeriklerden çok daha fazla. “Eşya parladıkça insan, yüzler parladıkça kalpler sönüyor.” İslamın gözlüğünü taktığımızda anladığımız şu ki nefsani, şeytani, hayvani içerikler – temayüller zekayı, aklı, kalbi paramparça ediyor ve geriye uzvi yapıdan, etten ve sinirden başka bir şey kalmıyor. Yani konforumuz arttıkça duyarsızlaşıyor, duyarsızlaştıkça kendimize, ailemize, mazlumlara – mağdurlara değer veremiyor ve başkalarının dertleriyle hemdert olamıyoruz.

Konfor, sonun ve her günümüzün bir öncekinden beter olacağı zamanların başlangıcı ve saflığımızın bozulmasıdır: Duyarsızlaştırıcı, zekayı, aklı ve bedeni öldürücü bir virüstür. Ondan kaçışımızın âkıbetimizi aydınlık kılacağına inanmaktayım. Geliniz sayın okur; zihni ve fiziki konfor alanlarımızı terk edelim: Rahatsız olalım ve rahatları bozalım. Çünkü dünya bir konfor alanı değil bir cennet yanılsamasıdır.

 

AHMET MÜCAHİD YILDIZ

Şüheda
EDİTÖR