Fino’nun pelüş tüylerini okşarken avucumun içinde bıraktığı yumuşacık doku, beni dokuduğum halıların ipek iplerine götürdü. Biz halı dokurken Rıza amca da bize türkü yakardı. Rıza amcanın, Hafize ile Mihriban’ın babası olduğunu öğrendiğimde nasıl canım yandı bilemezsiniz.
“Kızım” derken kadife sesi saçlarımı okşuyor gibi gelirdi. Aynı hissi rüzgârda saçlarımı açtığımda da hissederdim. Rüzgâr deyince Fatma teyzenin sözü düştü aklıma. “Üstüne hırka al guzum, rüzgâr sırtını dağlar.“ demişti bir keresinde Fatma teyze. Beni düşünmesi, biri için varlığımın kıymetli olması şeker kâsesinden küp şeker aşırıp, ağzımın içindeki kıyırtının hiç bitmemesini istemek gibiydi. Şu Hafize ile Mihriban ne kadar şanslılardı. Rıza amca ile Fatma teyzenin sevgi dolu davranışlarını hissettiğim günden beri içim içimi kemiriyordu.
Fino’nun huysuzlanıp yanımdan kalkıp gitmesiyle, gölgenin yanıma düşmesi bir oldu. Bütün acı biberleri tek başıma yemişim gibi midemde bir yangın oluştu. Kafamı yukarı kaldırıp baksam bayılacak gibi oluyordum. Oturduğum yerde başımı daha kaldıramamışken ayağıyla beni iteledi ve eve girdi. Camın kıygaşık kenarından büyük anamın mırıltısı geliyordu. Gölgenin öfkeli, hızlı nefesini dışarıdan hissedebiliyordum. Hemen merdivenden kalkıp güğümü elime alıp çeşmeye gittim. Nasılsa gölge çeşmeye gelmezdi. Bir şey yapmış mıydım acaba? Sabah anamın ocakta yaktığı ateşi söndürmeden tarhana çorbası ve turşu kavurması yapmıştım. Büyük anamla dedemin önüne sofrayı da kurmuştum. Sabah anamın pişirdiği ekmek henüz bitmemişti. Evin su ihtiyacını da çeşmeden taşımıştım. Gölge de neye öfkelenmişti böyle… Anam pazardan dönmeden eve nasıl dönecektim? Anam pazardan ne alırdı ki bize? Acaba geçen hafta aldığı helvadan yine alır mı? Dilimin üstünde eriyip ağız dolusu şerbet bırakması ne güzel bir histi. Tıpkı Fino’nun elimi yaladığında, dilinin minik pütürcüklerinin avucumun içini gıdıklaması gibi bir şeydi.
Güğüm çoktan dolmuş, taşmıştı. Hava kararıyordu, anam gelmiş olabilirdi. Sabırsızlıkla evin yolunu tutmuş, avludan içeri henüz girmemişken kıygaşık camdan bu kez anamın “ahh” ları geliyordu. Gölge öfkeden kudurmuş gibi bağırıyordu. Anlayamıyordum söylediklerini, işitiyordum ancak beynimin içinde harfler büyüyüp patlıyordu. Çamaşır teknesinin içindeki köpükler gibi, üzerine çamaşır gelip çitilerken patlayıp üzerine yeni baloncuklar ekleniyordu. Elimdeki güğümü usulca mutfağa bıraktım. Anam, gözü yaşlı büyük anamın odasından çıkıyordu. Gölge’nin yüzü, sinsi bir rahatlamaya bürünmüştü. Anam, pazardan kazandığı para ile dedem ve büyük anama aldığı tavukları pişirmeye başladı. Fanilasının eteğini kaldırıp usulca yanağından sızan gözyaşlarını siliyor, sık sık titreyerek iç çekiyordu. Ben, Gölge’nin bana bulaşmamış olmasının mutluluğu ile anamın bedenindeki tekme çukurları arasındaki boşluğa yuvarlanıyor, soğuk soğuk terler döküyordum. Nefes alamıyor, sürekli yutkunurken daha çok karanlığa batıyordum. Anam ise ikinci tufana tutulmamak için tavukları pişirip, onların sofrasına koymak için cebelleşiyordu.
Anam, onların sofrasına tavukları koymuş, abilerim ve kardeşimin olduğu sofraya da benim pişirdiğim tarhana çorbasını koymuştu. Çorba tasına ekmek doğramış, sininin kenarına 6 tane kaşık koymuştu. Biz karnımızı doyurduktan sonra anam, çorba tasını kalan ekmek parçalarıyla sıyırıp yedi. Ben, büyük anamın odasına gidip hızlıca sofrayı toplamaya çalışırken sık sık nefes alıp, güzel tavuk kokusunu daha çok içime çekmeye çalışıyordum. Ama hızlı olmazsam bir tufana da ben kapılacaktım.
Gece karanlığı çoktan hepimizi içine çekmeye başlamıştı. Kardeşim, anam döşekleri açmadan çoktan uyumuştu. Anam hepimizi yatırıp odasına gitti. Ben, tüm bu olanlarla nasıl başa çıkacağımı düşünürken anamın karyolasından gıcırtılar gelmeye başlamıştı. Ben, yorganı kafama kadar çekip korkudan büzüştüm. Gölge, anama ağız dolusu hakaret edecek, anam yine “ahh”lanacak diye ödüm kopuyordu. Gölge inilti sesleri çıkarmaya başladığında, uyumak ve tüm olan ve olacaklardan kurtulmak istiyordum. Artık Gölge her geldiğinde düşünmeden edemiyordum. Rıza amca babam olsaydı da “kızım” derken kadife sesiyle saçlarımı yine okşasaydı…
ARZU TEKOĞUL