20. yy başlarında, Harezm Bölgesi sınırları içerisinde yapılan restorasyon işlemleri sırasında ortaya çıkan ve o tarihten günümüze kadar dilbilimciler tarafından incelemesi yapılan tablet; nihayet çözüme kavuştu. Dilinin örneğine rastlanmayan bu yazının, yapısal açıdan ikinci bir benzeri de günümüze dek bulunmazken herhangi bir medeniyetle de henüz ilişkilendirilemiyor. Tablette yazanlar; bilim dünyasının gündemine oturmakla birlikte bu tabletten daha fazlası olduğunu ve bir yerlerde onu arayıp bulmamız gerektiğini bizlere hissettiriyor. Sizleri bu tablette yazan garip yazıyla baş başa bırakıyoruz, iyi okumalar.
1. BÖLÜM: Âlemlerden Bu Âlem
Bu güzide ekosistemin, koca evrenin dengesi adına dehşet veren, şaşkınlık nöbetleri geçirten, sevinci ve korkuyu doğuran, yaşatan çok kıymetli tabiat ve fıtrat. Çok karmaşık kozmos…
Bir de bu saydıklarımızın neferleri: bilinçsiz matematik unsurları, kıyımlar ve eklentiler, gerekli doğa durumları…
Ayrışan kara parçasının rahminden boşalan canlılık, sürekli güncellenen, güncele hizmet eden ruh sahibi hareket maddeleri…
Birleşen kara parçalarıyla hükümler deviren devrik kralların toza bulanan etleri ve kemikleriyle büyük orduların akan kanları ve kazanılan görkemli zaferleriyle ve tüm kadimlere olan ibadetlerle, mabetlerle çağ açıp kapatan buluşlar ve başkaldırılar, çağlar boyu diz çöktüren baş kestiren sarsılmaz inançlar ve zamanın bileğini bükemediği, üstüne toz konduramadığı tüm kesinliklerle, şahit olunan yanılgılar ve şahit olunmayan tüm yaşantılarla, varlığa hizmet eden yok oluşlar… Her şey, sıfıra varmak içindir bazen. Yokluk sana varana değin, sığındığın varları, sana ulaşmasına engel olmak isteyen tüm varlıkları tek tek devirir. Sana varıncaya dek ringin yenilmez hâkimidir ve ben, tüm görkemim ve azametimle ben, Varlık! Kendimden daha fazla eksiltmemek adına seni Yokluk’a yetiştirmeye çalışır, seni Yokluk’un dinmez iştahının önüne atarım. Gireceğin onlarca sokağın içinden, Yokluk’a gideni seçersin, atacağın onlarca adımın sonuncusunu, yiyebileceğin onlarca çeşit yemeğin içinden son yemeğini, doğacak olan milyonlarca sperm arasından seni seçerim ve hiçbiri, senin seçimlerinin aksi değildir. Yokluk’un derin fay hatları harekete geçmeden evvel, Varlık’ın mahiyetini artık bahşedeceğim. Bundan önce bilmelisin ki; eski dünyadan arta kalan enkazlar arasında varsa sana dair bir şeyler, yeni dünyaya yön verecek türden şeyler(!), işte o zaman hak edersin bu yeni dünyada varlığın ruhuna katık olmayı ve dillerde ölümsüzlüğü. Hak edersin bu efsaneye varmayı, anlamına varmak için cesaret gerekli: sözü geçen devlerle güreşmelisin dinlerken, adını duyduğun tüm doruklara tırmanmalısın, dile gelen her kelimede ellerin kanamalı, tırnakların kırılmalı! Diğer canlıların krallıklarından korkmamalı, onlara imrenmemelisin, gözü kara bir okur olmalısın. Cümlenin hakikatine varmada karşına çıkan hiçbir çetinlik alıkoymamalı seni yolundan, en güçlü darbelerle karşıla özneleri, özünün en güçlü yanını bul, oradan karşıla metnin tırmandığın dağları un ufak eden ve dehşet veren gücünü. Kalbini sakın, korkulardan ve amaçsızlıktan. Bir savaşın var senin ezeli ve ebedi olan, kimsenin değiştirmeye hakkı olmayan bir konumun var doğada. Seni Yokluk’tan başkası yok edemez, başkalıklarda var olursun kendi olmanın hakkını verdikçe. Seni ringin dışına atabilecek bir krallık yok. Ya âlemin hâkimi olacak kudrete eriş ya da sahneyi terk edeceksen yerine eksikliğini hissettirmeyecek bir şey koy ve çıkış yolunu bulmak için sonsuza dek eksenimin sınırlarında yollara düş. Benim sınırlarım benden kaçtıklarından daha basit değildir, bunu aklından çıkarma. Dönüşü olmayan bir yoldur bu: Buradan ve benden kurtulmak istiyorsan, bunu başarmalısın! Aksi takdirde Araf, senin yeni hapsin olacaktır.
Şimdi dinle ve öğren dostunu düşmanını, kendi türüne mecbursun. Onlarla ortak hareket etmenin gerekliliği, onlardan nefret etmenin bilinen tüm gerekçelerinden daha fazladır ve hep de öyle kalacaktır.
…
Kadim dünyanın kapıları aralandı ve bütün canlılar Tanrı’nın huzuruna çıktı. Tanrı, her canlıya kendinden bir özellik verecek ve onları, onlardan oluşan bir sahneye gönderecekti. Bunun vakti artık gelmişti. Melekler, Cinler, İnsanlar, Hayvanlar, Bitkiler, Mantarlar, Bakteriler ve diğer âlemlere gönderilecek olan daha nice canlı türleri…
Her canlı Tanrı’nın sıfatlarından, özelliklerinden doğmuştur. Melekler İyilik ve Adalet’in çocuklarıdır, Cinler Münezzehlik’in, Hayvanlar Düzen’in, Bitkiler Hareketlilik ve Sabitlik’in, Mantarlar Hakikat ve Kaos’un, Bakteriler ise Kuşatım(her yerde ve her şeyde var oluş)’ın çocuklarıdır. İblisler Bilgelik’in ve Gazap’ın, İnsanlar Sonsuzluk’un ve Yaratıcılık’ın çocukları…
Canlı türleri, var edildikleri kaynak itibariyle kendilerine ait meziyetlere ve zafiyetlere sahiptirler ve artık alacakları yeni özelliklerle heterojen canlılar olmak üzeredirler.
-Evet, evrenin kötü doğaçlayan oyuncuları olmak üzere gönderileceksiniz buraya. Bu olsun diye Tanrı katındayız şu anda. O’ndan bir özellik dileneceksiniz ve Tanrı, engin lütfu ve keremiyle her birinize bahşedecek bu arzuladığınız nimetleri.
Hangi canlı hangi özelliğe ihtiyaç duyuyorsa ona sahip olacak ancak herkes bu özelliği çok iyi seçmeli… Kişinin kaldıramayacağı mükâfat iyilik değil kötülük getirir; o büyük ödül, cezaya dönüşüverir.-
Her canlı türünün şefi, onlara bu detayları anlatmış ve özellik seçerken odaklanmaları gereken ana fikrin bu olması gerektiğini söylemişti. Şefler onlarla birlikte gelmeyeceklerdi, Tanrılarından ayrılmak yetmezmiş gibi bir de liderlerinden ayrılmak zorundaydılar. Bu yüzden bu son yönlendirmeleri can kulağıyla dinleyip iyice düşünüp ona göre bir özellik belirlemeliydiler. Ancak işler böyle yürümedi, canlılar çok başka şeylere odaklanarak seçimler yaptı çünkü çoğunluk ilk defa inisiyatifi eline alıyordu.
-Yeryüzüne inecek olan bütün insanlar, tek bir bedende, tek bedende yaşayan milyarlarca insan bilinci… Diğer bütün canlılar için de bu durum söz konusu, tüm hayvanlar tek bir beden, tüm bitkiler tek bir beden ve elbette tüm cinler, mantarlar, bakteriler melekler ve iblisler için de bu durum geçerli. Bu tümel bedenlerin dışında bulunan ve başka bir bedene de hapsolmayan sadece birer bilinç var, kendi türünün bedeninden muaf olan sekiz adet canlı bilinci, bunlar canlıların lider formları. Ancak meselemiz liderlerle değil sayın âlem üyeleri, bu, seçimden mesul olan, bedene hapsolan bilinçlerin hikâyesi.-
Canlılar, çoğunluk iradesinin teklik halindeydi henüz. Varacakları yerde ise aynı özelliği barındıran şahsi iradelere sahip olacaklardı. Dolayısıyla her şeyi ortak kararla yürütemeyecek, çok kere kendilerini ilgilendiren konularda kendi başlarının çaresine, bireysel olarak, kendileri bakacaklardı. Bunu düşünüp heyecanlanıyor, ürküyorlardı.
Öyle ya da böyle çıktı Melek Tanrı’nın karşısına, kaderin geri dönülmez kırılma noktası olan o Kadim Salon’da. Melekler yapısı itibariyle Tanrı’dan uzak olacakları bu süreçte sapkınlığa düşmekten korkmuş ve bu noktada onlara yarayacak bir özellik istemeyi seçmişlerdi:
“Tanrım, bana daima doğruyu yapmayı ve bunu yapmakta güçlük çekmememi sağlayacak olan özelliğin neyse onu bahşet, zira tüm doğruları severek yapmak isterim. Doğruluktan hoşnut olmadığım tek an olsun istemem.” Dileği gerçekleşti Melek’in ve içini huzur kapladı.
Hayvan âlemi ayağa kalktı, önünde eğildi Tanrısının ve söze girdi direkt; “Tanrımız, yokluğunuzda en zor anları bizim yaşayacağımız su götürmez bir gerçektir. Bizler içgüdüyü en yükseklerde yaşayan bilinçler olarak bir zaman sonra senin değil doğamızın gerekliliklerini önceleyeceğiz… Biz kullarının senden isteği şudur ki; bütün düzen sizin eseriniz olsa da yaptığınız hiçbir şeyden sorumlu olmayışınız! Bu bizi cezbediyor, buna ihtiyacımız olduğuna karar getirdik. Bizler yapacağımız hiçbir şeyden sorumlu olmak, hesaba çekilmek istemiyoruz.” İstekleri gerçekleşti, hürlüğün şarkısını kalplerinde hissettiler ve sıra Bitki’ye geldi.
Bitki, Sabitlik ve Hareketlilik’in çocuğu, bereket istedi. O kaçınılmaz olanın çocuğudur; her yere ve her çağa yetmelidir. Bu onun görevidir. Bu yüzden, Tanrı’dan; Tanrı’nın kudretini ve dayanıklılığını diledi. Çünkü bu gücü ve bereketi ele geçirmek isteyen, güvenilmez türler de vardı salonda. Bitki de erdi muradına, içinde kimsenin durduramayacağı bir gücün tohumu vardı artık.
Bakteri türü kendinden emin ancak kibirden sakınan bir biçimde başladı konuşmaya, anlaşıldı ki bu, Tanrı’ya olan saygıyı aşmadan sergilenen bir gövde gösterisiydi canlılara karşı. İsteği gösterdi ki amacı diğer türlerden üstün olmaktı: “Her yerde ve her şeyde olmalıyım Tanrım!” dedi…
O artık bir yörüngeye ait değildi, koşullar onu bağlamıyordu. Kim bilir, belki de birçok canlının koşullarını o belirleyecekti, artık kendine ait bir yörüngesi vardı Bakteri’nin…
Şu ana dek seçim yapan canlılar Bakteri’nin hükmü altında yaşamaktan ürktüler, acaba Bakteri onları etkisi altına alacak kadar kapsayıcı bir özellik mi istedi? Ancak geriye kalan ve henüz seçimlerini yapmayan canlılar da güvenilecek türden değillerdi ki onların seçimleri Bakteri’yi saf dışı bıraksın diye dua etsinler…
Mantar âlemi işe yarar bir şey bulmuş gibi ayağa kalktı, üstlerindeki tedirginlik gidivermişti niyeyse. -Düşüncelerini gözlerinden okuyabiliyorum; iki gücün, yani Bitki ve Bakteri’nin en yoğun oldukları yerlerde kök salmayı planlıyorlar. Böylece bu iki tür ne zaman en güçlü hale ulaşacak olsa bir yerde, orada kendisi meydana gelecek. En güçlü noktalara üs kuracak.- Mantar canlıları süzdü, Bitki’ye bir bakış attı ve ardından Bakteri’ye uzunca bir süre baktıktan sonra;
“Tanrım, ben Hareketlilik ve Sabitlik’in bir de oluşumun merkezinde, yoğunluğun kalbinde bulunmalıyım.”
-Elde ettiği bu şey, Mantar’da hangi hissi uyandırmıştır dersiniz, Hakikat’in merkezileşmesi ne hissettirir bir canlıya?
Hiçbir şeyde var olmayıp, her şeyde görünen midir o, hiçbir şeyde görünmeyip, her şeyde var olan mı?-
Cin âlemi eğer bu taht savaşında bir üstünlük sağlamak istiyorsa olaya dışarıdan dâhil olmalıydı artık çünkü içerisi olabildiğince riskli bir hal almaya başlamıştı. Bütün güçler üst üste binmiş, iç içe geçmiş durumdaydı. Bu karmaşık düğüme eklenti olmak istemiyordu ve bunu yaparken pasif de kalmamalıydı. Elbette böyle bir şey mümkün!
“Tanrım biz sahnenin yasalarından muaf olmak isteriz.” Sahneye inecekleri vakit fizik yasalarının zincirinden azat edileceklerini garantilediler. Bu, canlılığı ve sahneyi fethedeceklerinin kesinleştiği anlamına gelmezdi belki ancak diğer canlıların onları fethedemeyeceğini kesinleştirirdi. Şu ana dek seçim yapanlar tarafından fethedilemeyeceklerini kesinleştirmişlerdi ama henüz seçim yapmayan iki tür daha vardı…
Cinler, yaratım kaynağından gelen zafiyetler dışındaki tüm zayıflıklarını bertaraf ettiler.
Cinlerin bu isteği son anda İblislere kendilerini kurtaracak ve diğerlerini avuçlarının içine alacak bir fikir verdi: “Cinler dışardaki güç ise biz de içerdeki güç olmalıyız!”
-İyi ama içeride birçok güç vardı zaten. Sorun da bu değil mi?-
“O halde gücün, güç sahiplerinin içinde yer almalıyız.”
Hemen sözü kaptılar ve bekletmeden söylediler; “Biz canlıların ve sahnenin tabiatı olmak isteriz, özündeki bir diğer irade…”
İblis hissetmeye başlamıştı artık, zamana ve mekâna yayılan, ilmin olduğu her yerde söz hakkı olan, o yatışmayan gücü.
Bütün canlılar dehşete kapıldılar ve daha şimdiden ümitlerini yitirdiler. İnsan da bu korkudan nasibini almalı ve artık en azından kendini kurtarmayı başarmalıydı.
Son olarak İnsan, huzura çıkıp şöyle dedi: “Tanrım, biz Yetki’yi ve Ruh’u isteriz.”
Bu da kabul oldu… İçini kuşku kapladı İnsan’ın, artık her şey -kendisi bile- bir varsayımdan ibaretti.
Sahneden, sahnenin gidişatından ve dolayısıyla diğer bütün canlıların başına gelenlerden, bu bağlamda gelişen her canlı eyleminden sorumlu olacaktı insanlar… Tüm iyi ve kötü gelişmelerden, tüm iyi ve kötü canlılardan, tüm iyi ve kötü canlıların tüm iyi ve kötü hareketlerinden sorumlu olmayı istemişlerdi. -İyi ama neden? Gerçekten gözünü bu denli hırs mı bürüdü? İnsan böylelikle İblislerin emrine girmektense birçok zorluğun ve pişmanlığın eşiğinde yaşayacak, her gün huzurdan ve saflıktan biraz daha uzaklaşacaktı. Diğer canlıları İblislerden korumak için mi kendi başını yaktı? İlk defa bir canlının niyetini gözlerinden okuyamadım ve bu beni bile korkuttu çünkü bunu neden istediğini kendisi de bilmiyor İnsan’ın. Beni korkutan şey; bütün iradelerin tekliği! İnsanlar, henüz sadece bir bedene ait, bir daha hiç olmayacakları kadar yakın ve bir o kadar farklılar, çünkü onlar Sonsuzluk’un çocukları, düşünceleri Yaratıcılık’tan geliyor, tüm olasılıklar avuçlarında… Bütün İnsan iradeleri nasıl olur da konuyu tartışır ve hep birlikte nedenini bilmedikleri bir tercihte bulunurlar? Ne diye bunu toplu bir şekilde onarlar?! Elbette sunulacak çok sebep var. Sebebi bilinmese de bu, tümüyle anlamsız bir seçim değil ancak bu isteğin iki farklı sebebi olabilir: Biri iyi gerekçeler diğeri kötü niyetler. İnsan ikisinin ortasında nedenini netleştirmeden isteği kararlaştırır ve bu da bize kötü niyet olmasa da muhtemel bir kötü gidişatın varlığını gösterir.-
İnsanlara bu isteğin sebebi o an o salonda sorulsaydı, elbette cevabı hazırdı ancak kuracağı cümlelerin ne kadarı kendini kandırmak için, ne kadarı gerçek kim bilebilirdi? Her ne olursa olsun İblis’e karşı bir şans elde etmek istediği kesindi, bu şansı en iyi şekilde değerlendirebilmek içinse bilgeliğin çocuğu olan İblis’e karşı tek silah yaratıcılık olmalıydı. Zamanla, geliştikçe İblis’in dizginlerini elinde tutmayı başarabilir ya da ona kanıp, yenik düşüp diğer tüm canlıları yanlış tercihlere sürükleyecek yasalar koyar, hükümler verebilirdi. Onlara hak etmedikleri muamelelerde bulunabilirdi. Diğer canlıların aksine İnsan, düşmanlarının bile emiri ve onların bile selametinin sorumlusuydu…
…
Ve işte ben, Varlık! Tüm heybetimle buradayım. Sizi bu kez koruma andı içtiğim yasalarımla değil, irademle karşılıyorum! Buraya gelişinizden belli bir zaman sonra var edilmiş olan bu levha, bu çağ için yazıldı. Sizi bekliyordum; toprağa vurulan her çapada, kazılan her temelde, gömülen her ölüde yanlış yere açıldı çukurlar. Yanlış şeyler için eşelediniz toprağı, hep yanlışı seçip, yanlış sorunlara çözüm aradınız. Yanlış tabletleri müzelerde sergilediniz, Bitkiler yanlış topraklarda kök saldı; Köstebekler, solucanlar ve karıncalar yanlış yerlere oyuklar açtı… Çünkü tabiat, hep kendine odaklandı! Sizin bir doğrunuzu hala bekleyebilmek için binlerce hatayı savuşturmam gerekti. Bu levha gün yüzüne çıkana dek, bir doğru için binlerce yanlış birikti, binlerce çukur… Fakat sonunda sayın âlem üyeleri sonunda! Gözlerinizi yakacak olan çıplak gerçeğe erişti gözleriniz, duyunca azap veren yırtıcı cümleler akın başlattı kulaklarınıza. Korkmayın savaşçılar, korkmayın, en güçlü darbelerinizle karşılayın anlatıcıyı ve özünüzün en sağlam yapıtlarından karşılayın saldırı ataklarımı! Oradan bağırıp kışkırtın beni, düşmanı alt etmeye odaklanın. Herkesin kendi üzerine bahse girdiği o Salon’da, savaşa yatırdım bahsimi. “Her şeyi alt etmek; savaşı durdurmaktır, kazanmak değil.” Buna gücünüz yeter mi? Birikmiş onca kadiminiz üzerine savaşırken, yüceliğinizin temelinde birbirinize olan güvensizliğiniz yatarken, birinizin gardını indirmeye cesareti var mı? Durmayın savaşçılar, alt edin düşmanı. Düşmanlığı Yokluk’un önüne sürecek kadar gözünüz kara mı? Korkmayın savaşçılar. Düşmanlığın heybesindeki cevherlere göz dikmişken hepiniz; ramak kalmışken her birinizin kendince zaferlerine ya da onurlu yenilgilere, şehadet makamına veya büyük destanlarınıza şu kadarcık kalmışken, düşmanınıza saf durmaktan başka ne görür gözünüz! Düşmanlıktan kim yoksun kalmak ister şu saatten sonra…
Bırakıp elleriniz arasındaki düşmanın boğazını, düşmanlığı Yokluk’un sunaklarında kurban edecek var mı? Korkmayın savaşçılar, iliklerinize kadar güvenin bu konuda birbirinize. Böylesi yok, korkmayın çarpışın, alt edin kalbinizi sökmek isteyeni, savuşturun size birbirinden güzel sonlar yazan darbeleri. Güçlerinize tapın, Tanrı’dan gelme yönlerinize! Korkmayın saldırın anlatacaklarıma, elimde size ait hikâyeler var. Çok bekledim, duyacaksınız her şeyi. Söz veriyorum, beklettiğiniz kadar bekletmeyeceğim.
Varlık…
ALİ SALKIM