Yaşam; insan türünün, farklı doğa koşullarında farklı rastlantılarla oluşturduğu bir olgudur. Yaşam ancak ve ancak canlı türleriyle var olabileceği için öncelikle “canlı” denilen olguyu -ki burada irdelenen türü insandır- ele almak gerekir.
İnsan; özünde aynı temel özellikleri barındıran ve yine aynı özellikleri aktararak çoğalabilen bir türdür. İnsanın nasıl var olduğundan ziyade bugüne kadar tartışma konusu olan, insanın ne olduğu sorusudur ve bu sorunun cevabı hususunda herhangi bir mutabakat yoktur: Üzerinde fikir birliği oluşamamasının temel nedeni ise insanın karmaşık bir varlık olarak görülmesidir. İnsanın karmaşıklığı gerçeği haricinde bir veri elde edebilmek için irdelemeler “insan doğası” üzerine yapılır. Yaygın kanaat, aslında insanın doğasından hiç de uzaklaşmamış olduğu yönündedir.
Medeniyet kılıfına bürünen / kendini ona büründüren insan, o kılıftan çıkarıldığında geriye tüm bu kalabalık içinde, doğası birbiri ile mücadeleyi gerektiren tek bir özellikteki canlı olarak kalır ve geriye kalan o tek bir özellik ise kötülüktür. İnsan, doğası itibariyle varlığını sürdürme dürtüsünden ötürü kaçınılmaz olarak kötüdür. Kendisiyle aynı şekilde, aynı ortamdan istifade ederek varlığını sürdüren diğerlerine karşı zafer elde etmesinin tek yolu mücadeledir ve bu mücadelenin temelinde şiddet vardır. Şiddet, sadece diğerinin varlığı durumunda ortaya çıkmaz. Yalnız başına gerçekleştirilen ve yaşamın sürdürülmesinde en temel ihtiyaç olan yeme eylemi de şiddet barındırır. Yemeği elde etme biçimi olan avlanma ya da koparma, vücuda alınmasını sağlayan çiğneme, parçalama ve hatta yemeğin vücuttan atılımını sağlayan boşaltma eylemi de şiddet barındırır. İnsanın şiddet özelliğini yadsımaya çalışmak ve bu özelliği soyutlayarak herhangi bir alanda çalışma yapmak şimdiye kadar olduğu gibi yalnızca idealist bakış açısının etkisinde kalmış geçersiz çalışmalar olacaktır. Bu nedenle yaşam olgusunu da yine bu özellik kapsamında irdelemek gerekir.
Yaşam, insan doğasında var olma dürtüsüyle oluşmaya başlar. Yaşamın oluşumu, insanın kendisini devam ettirdiği doğa koşulları ile doğru orantılıdır. Koşul ne olursa olsun yaşamı sürdürmenin şiddet arzusuna dayanan bir çaba gerektirdiği görülür. Medeniyet ile birlikte yaşamın kolaylaştığı düşüncesi bir yanılsamadır. Bilakis yaşam, bedensel eylemden zihinsel uğraşa doğru sürüklenmektedir. Bu bakımdan bir karşılaştırma yapılacak olursa bedensel zorlanmanın zihinsel uğraşa tercih edilebileceği söylenebilir. İnsanı beden ve zihin olarak iki kategoride ele aldığımızda bedenin dürtüsel olarak yaşamı kurduğunu, zihnin ise yaşamı duraksattığını görürüz. Çünkü zihin, kalabalık içerisindeki bedensel çabaya hüsranla bakar ve buna bir son verme amacıyla kaosa sürüklenir. Bedensel çaba; var olmanın pekiştiricisi iken zihin; var olmama halinin arzulayıcısı haline gelir.
Tarih boyunca insan yaşamına bir araç olarak bakıldığından, insanın yaşamının ortadan kalkması hali yine bir amaca bağlı olarak kullanıldığından yaşam kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bu kontrol kimi zaman otorite, kimi zaman ise ahlak ile sağlanmıştır. Yaşamın kullanımı zihin tarafından bir tehlike olarak görülür. Zira yaşam, zihin kendisine dahil olmadığında yalnızca bir oyalanmadır. Yaşamı oyalanma döngüsüne çeviren durum, kılıfı çıkarıldığında birbiri ile mücadeleye giren insan türünün farklı karşılaşmaların oluşturduğu koşullar içerisinde aynı yöntemler ile tehlikeyi bertaraf etme ve hemen ardından yeni bir tehlikeye karşı tetikte durma durumudur. Zihin, yukarıdan baktığı bu durum karşısında tek bir çare görür: Eylemsizlik ve uğraşsızlık. İşte tam da bu nedenle beden var olma dürtüsü barındırırken, zihin yok olma arzusu içindedir. İnsanın bu iki çatışma arasında sürdürdüğü bocalama nihayetinde yaşamı meydana getirir.
SAYE DAYLAN