. k e r e s t e

d e r g i

Öykü

Hulk’un İspitlenmesi ve Kötülüğe Alternatif

SERDAR GÜN - 23 ŞUBAT 2022

Elimle yokladığım dokuzuncu paketin içerisindeki cips dışı cisim, aradığımı nihayet bulduğuma işaretti. O kutsal kartonu bulmak için dokuz değil dokuz yüz bin paket yoklayabilirdim. Neyse ki şansım yaver gitmişti. Paketi kaptığım gibi diğer rakiplerimden sıyrılarak kasaya koştum.

Ayvaz abiye parayı uzatıp paketi kimselerin göremeyeceği bir yere -montumun içine- sokuşturdum. Fermuarı dikkatlice çektim, paramın üstünü alır almaz marketten çıkıp bir soteye çöktüm. Burası bırakın kimselerin görmesini, güneşi bile görmüyordu. Montumun fermuarını açtım, paketi heyecanla çıkardım. Ambalajı açarken ellerimi değil gözlerimden çıkan lazer ışınları kullandım sanki. O kadar kusursuz bir açıştı. Elimi cipsin içine daldırıp jelatin içindeki kartonu aradım. Çok geçmeden buldum. Kaldırıp üzerindeki resme baktığımda gözlerime inanamadım. Yeni cips yahut para müjdeli değildi. Kocaman harflerle “Beyblade Kazandınız!” yazıyordu. Bahsi geçen Beyblade’den ne mahallede ne de okulda kimsede yoktu. En zengininde bile! Etrafındaki yeşil halkası ve upuzun fırlatma çubuğu onu diğerlerinden ayırıyordu. Müthiş bir parça! Hayallerimde bile olmayan, o derece şahane! O heyecanla cipsten bir tane bile ağzıma atmadan paketin ağzını büzüştürerek çantama tıkıştırdım ve Ayvaz Abi’ye koştum. Elimdeki kutsal kartonu uzatırken yüzümün girdiği şekli karşıdan izlemek isterdim. Ayvaz Abi karta baktı, gülümseyerek; “Hadi yine iyisin” dedi ve ekledi “Önümüzdeki hafta başı gelir, uğra al.” Günlerce değil aylarca bekledim sanki. Öyle bekledim ki yıllar da geçmiş olabilir. Tabii tüm bu olanları başta en yakın arkadaşım Arif olmak üzere sınıftaki herkese anlattım. Sınıftakilerin diğer sınıftakilere anlatması ve dolayısıyla haberin tüm okula yayılması yaklaşık iki saati aldı. Hacdan gelmiş bir hacıyı kıskandırır gibi akın akın ziyaretime geliyorlardı diğer sınıftaki çocuklar. Etrafımda halka oluyorlardı. Ben de öyle ballandıra ballandıra anlatıyordum ki olayı, çocuklar yanımdan ayrılırken aralarında sadece benden ve Beyblade’imden konuştuklarını işitiyordum. Tabii bu süre zarfında okula Beyblade’ini getiren arkadaşlarım kendi aralarında müsabakalar düzenliyorlardı. Ben de izleyip keyiflene keyiflene benim makinenin buraları dumana katacağını düşünüp en yakın arkadaşım Arif’e elimle kolumla taktik veriyordum. Geceleri de rüyalarıma giriyordu. Öyle ki bazen on kişiye karşı, bazen yirmi kişiye karşı tek başıma savaşıyordum. Beyblade durmadan dönüyor, etrafındaki halka ile önüne geleni Allahına kavuşturuyordu.  Nihayet altı gün geçmiş ve hafta başı olmuştu. Artık hayalini kurabildiğim çılgın makine benim olacaktı. Ev ile market arasındaki mesafede kuş olup uçmuştum sanki. Markete adım attığımda önüme kırmızı halılar serildi. Sağa sola selam vererek kasaya yaklaştım. Ayvaz Abi önce madalyamı boynuma taktı sonra dünya kupasını takdim eder gibi Beyblade’imi ellerime uzattı. İnanılmaz bir andı. Bir sürü flaş patladı. İki yüz elli ülkeden gelen basın mensuplarının sorularını yanıtsız bırakmadım. Teşekkür ederek marketten çıktım. Aynı soteye çöktüm ve karton kutuyu açarak Hulk’u çıkardım. Düşünüp hayal kurduğum uzun gecelerde karar vermiştim, adı Hulk olacaktı. Yeşil dev! Kılavuza bakarak tüm parçaları yerine oturttuğumda ortaya mükemmel bir alet çıkmıştı. Hulk’u incitmeden parmaklarımı ve gözlerimi üzerinde gezdirdim. Burnuma yaklaştırıp kokusunu içime çektim. Çiçek gibi kokuyordu. İlk tanışmamızı yapmak için yavaşça fırlatma aparatına taktım. Klik diye bir ses geldi. Onun merhabası buydu sanırım. Muazzam! Fırlatma çubuğunu var gücümle çektim. Elimden öyle bir fırladı ki dönerken üzerinde küçük ölçekli bir hortum oluştu. Yaklaşık bir dakika kadar döndükten sonra sakince durdu. Şimdi bittiniz oğlum, deyip çantamın en mahrem yerine Hulk’u koydum. Okula vardığımda tüm okul beni bekliyormuş gibi hissettim. Sınıf camlarından sarkan kızlar havalı yürüyüşüme daha bir hava kattı. Gözlerimi camlardan önüme çevirdiğimde Arif’in koşarak bana doğru geldiğini gördüm. Ne yaptın? Aldın mı Hulk’u, dedi. Evet, anlamında gururla başımı salladım. Tüm bunlar olurken kendimi izlemek isterdim. Gizli bir görevdeymiş gibi hiç konuşmadan sınıfa çıktık. Okulun en iyi Babylade’lerine sahip çocukları savaşıyorlardı. Beni fark ettiklerinde sınıfta derin bir sessizlik hâkim oldu. Sanki bir anlığına zaman durmuştu. Tek kelime etmeden aralarından geçerek çantamı öğretmen masasına koydum. Başımı kaldırıp gözlerimle okulun en güçlü Babylade’ine sahip çocuğu Soner’i aradım. Sanki kendisini aradığımı anlamış gibi bir adım öne çıktı. Kendimden emin adımlarla Soner’e doğru yöneldim ve bir adım mesafe kala durdum. Hazır mısın, diye sordum. Kafasını evet anlamında salladı. Arkamı dönüp çantama yöneldim. Çantamı açıp Hulk’u kafesinden çıkardım. Göz göze geldik. Fırlatma aparatına takarken sen hazır mısın dostum, dedim. Klik dedi. Soner ile ringin ortasına kadar yürüdük. Arif’in gong sesiyle maç başladı. Önce Soner’in Babylade’i hücum yaptı ama duvara çarpmış gibi geri döndü. O sırada Hulk atağa kalktı, hamlelerini üst üste yapmaya başladı. Öyle bir vuruyordu ki sesleri Berlin’deki dayımın duyduğuna emindim. Rakip havlu attı atacak derken koridorda bir gürültü oldu. Kafamı kapıya çevirdiğimde önce Serhat girdi sınıfa, eliyle bizim olduğumuz yeri gösterdi. Bir şeyler mırıldandı. Sonra nöbetçi öğretmen Ali Hoca girdi sınıfa, bize yöneldi,  tek kelime etmeden Hulk’u ve Soner’in Babylade’ini aldı, kapıdan çıktı. Yakalanmıştık. Daha doğrusu ispitlenmiştik. Serhat piçi bizi ispitlemişti. İlk şoku atlatıp kafamı kaldırdığımda Serhat’ın sırıtarak bize baktığını gördüm, sonra hamle yapmamıza fırsat vermeden koşarak kaçtı.

*                        *                            *

İspitçi Serhat Piçi’nin Kendini Savunması: Annem babam sağ ve birlikte yaşıyor. Aileyiz yani. Sağ olsunlar on üç yaşıma kadar da hayatımı etkileyecek bir travma yaşamadım. Ne el bebek gül bebek büyüttüler ne de tümden benden vazgeçtiler. Olabilecek tüm sıradanlıkla bu yaşıma geldim. Boyum ve kilom yaşıtlarımın ortalaması. Ne çok uzunum ne de çok kısa, ne çok şişman yahut çok zayıf. Okulda sivri bir tip olmadığım gibi silik bir tip de sayılmam. Derslerimde başarısızlıktan çok başarıya yakınım. Arkadaşlarım arasında sevenim, sevmeyenimden çoktur. Fakat bir huyum var, kurallara son derece titizlikle uyuyorum. Uymayanı gücüm yeterse uyarıyor, yetmezse de gerekli yerlere başvuruyorum. Kırmızı ışıkta geçmem, etrafa çöp atmam, yere tükürmem örneğin. Kurallar ve kanunlar benim için olmazsa olmazdır. Onlarsız yaşayamam! Son günlerde okulda bir topaç furyası başladı. Okul idaresi ve öğretmenlerimiz defalarca uyarmasına rağmen arkadaşlarım hala oynamakta ısrarcı. Bu durum beni oldukça rahatsız ediyor. Önceleri çok uyardım. Sadece kendi sınıfımdaki arkadaşlarımı değil ha, tüm okulu. Teneffüs olunca muhtar gibi tüm sınıfları dolaşıp uyarılarda bulunuyordum. Dini liderlerin vaaz verirken büründüğü ruh haline bürünüyordum. Sesimi alçak perdelerde tutup günahkârları tövbeye çağırıyordum. Tek tük de olsa bu işten vazgeçip doğru yola dönenler oldu. Fakat baktım ki benim telkinlerim insanlar için ciddiye alınmıyor, dedim ki o zaman gerekli merciler ile çözelim bu işi. Dinsizin hakkından daha dinsiz gelirmiş. Kazım’la merhabamız yok ama Arif ile mahalleden arkadaşlığımız var. Kazım’a cipsten çıkan topacın ününü sağır sultan duymuştu ama Arif de ballandıra ballandıra anlatınca katmerli oldu. Gerekli tüm bilgileri Arif’ten çaktırmadan aldım. Konuşturdum onu, evet konuşturdum. Nasıl bir şey olduğunu, ne zaman geleceğini, hangi bakkaldan alacağını, Kazım’ın ilk kiminle kapışmak istediğini, hepsini bir bir aklımın bir köşesine yazdım. Pazartesi hangi öğretmenin nöbetçi olduğuna bakıp hazırlık da yaptım. Şikâyet ettikten sonra nereye kaçacağımı ve saklanacağımı tasarladım. Öfkelenecekti Kazım, haklıydı da. Bu haklılık Kazım’a bana karşı kusursuz işkenceler etme hakkı da tanıyordu. Dolayısıyla kini, öfkesi ve nefreti geçene kadar kaçacağım yeri ayarlamalıydım. Gün geldi çattı. Okulun girişini gören pencereye kuruldum. Kazım ufukta belirdi. Okul kapısından içeri girer girmez merdivenlere koştum. Üçüncü katın merdiven boşluğundan tüm alt merdivenler görünüyordu. Kazım’ın sanki ayakları yere basmıyordu. Bir gelişi vardı görmeliydiniz. Herkesi selamlıyordu. Kazım üçüncü kata çıkıp yanımdan geçerken göz göze geldik. Önce gülümsedi, sonra başıyla selam çaktı. Ben de aynı şekilde cevap verdim. Yanımdan tüm rüzgârıyla geçti, peşine takıldım. Yedi adım arkasından takip ediyordum. Sınıfına girdi, ben de arkasından kapıya kadar sokuldum. İçeride başka çocuklar topaçlarını çeviriyorlardı. O sırada Kazım, Soner’in yanına gitti ve sonrasında çantasına doğru yöneldi. Gözlerimi Kazım’dan ayırmıyordum. Kazım büyük dikkatle çantasını açtı ve yeşil halkalı topacını bir mücevher gibi çıkardı. Fırlatma aparatına yerleştirirken arkamı döndüm ve nöbetçi öğretmene doğru var gücümle koşmaya başladım. Kutsal koşu. Sınıfların bulunduğu koridordan ana koridora çıkınca tüm dikkatimle öğretmeni aradı gözlerim. Koridorun sonundaki kalorifere yaslanmış elindeki dergiyi karıştırıyordu. Koşarak yanına gelen beni fark ettiğinde oldukça telaşla bana doğru yürüdü. Serhat ne oldu ne bu hâl, dedi. Öğretmenim 7/G sınıfında çocuklar topaç oynuyor, diye nefesim el verdiğince anlattım. Cümlemin sonunu bitirmeden öğretmen sınıfa doğru yola çıkmıştı bile. Onun adımlarına yetişebilmek için hızlı adımlarla gittim tüm yol boyu. Sınıfa yaklaştığımızda koşarak öğretmenin önüne geçerek sınıfa girdim. Kazım ve Soner tüm dikkatiyle topaçlarını izliyordu. Öğretmen sınıfa girerken işte oradalar dedim ve elimle gösterdim.  Öğretmen hiçbir şey söylemeden tüm öğrencileri yara yara topaçlara yöneldi ve ikisini de alıp aynı hışımla sınıftan çıktı. O sırada Kazımla göz göze geldik. Ne yalan söyleyeyim, sırıttım. Sırıtmak geldi içimden. Sonra arkamı dönüp hızlı adımlarla kaçabileceğim en güvenli yere, müdürün, yani babamın yanına kaçtım.

 

SERDAR GÜN

Şüheda
EDİTÖR