Tanrı anlatıcıyım ben. Bilirim her şeyi. Üçüncü dereceden denklemleri gözlerim kapalı çözerim. KPSS’ye girsem fullerim. Hâkim olsam adalet dağıtırım cihana. Konumuz bu değil fakat. Konumuz şu: Bir gün diğer tanrı anlatıcılarla okey atıyoruz. Tanrıça anlatıcıların bazısı yemek yapmakla meşgul o sıra. Alakasız gibi davranmayacağım. Nereden öğrendilerse mekanımızın gizemi Death Note isimli animeye konu olmuş. Yaşadığımız yeri öğrenmek isterseniz bahsi geçen animedeki meleklerin takıldığı yere bakın. Konumuz bu da değil. Okey bitince bir sigara sarıp yakıyorum. Söylememe gerek yoktur sanırım, en iyi tütünün yerkürede nerede yetiştiği bilgisi bende mahfuz. Tanrıça anlatıcılardan biri nöbetçi o gün. Çay ve kuruyemiş servisini o yapıyor. Bir demli çay lütfen, diyorum. Ama iş olsun diye. Çünkü nöbetçi tanrıça anlatıcı, çay isteyeceğimi, ben de onun çay isteyeceğimi bildiğini biliyorum. Böyle bir fasit daire bu. Uzayıp gider. O yüzden insan anlatıcılar gibi konuşma ihtiyacı hissediyoruz. Konumuz bu da değil. Fakat nihayet şu: İnsanların dünyasına yukarıdan bakarken esrarengiz olayları ve hikâyeleri yakalamaya çalışırız. Milyarlarca hikâyenin iç içe geçtiğini düşünün. Şayet tanrı değilseniz işiniz hayli zor.
O gün muhteşem bir hikâye yakaladım. Gördüm ki sigara böreğini burnuna sokuyor bir insan. Hemen Gelişmiş Hikâye Arşivi’ne göz attım. “Daha önce burnuna sigara böreği sokan kimseye rastlanmadı!” uyarısını alınca bir Türk kahvesi söyledim bu kez. Keyfim yerine gelmişti. Hikâyemi bulmuştum. Şimdi tüm ilmim ve muzırlığımla sizi bu pek dehşetli hikâyenin kollarına bırakıyorum.
Her şey Henry ile başladı ve hikâyemiz tüm denklemlerin; sorunların, çevre politikalarının, bez reklamlarında oynayan sarışın çocukların, dişleri dökülmüş kocakarıların, terkedilmiş köylerin ve suyu çekilmiş göllerin cazibesine rağmen yine Henry’nin üzerinde hüküm sürecek.
CHARLİE. “Her şey olabilirim ama baba değilim,” diyor. Üzücü olansa bunu en çok kızı Diana’ya söylemesi. Charlie kızını istemiyor. Yakın arkadaşı Tommy, kızını hayatında bir kez de olsa istemiş olacağını biyolojik gerekçelerle açıklasa da inatçı tutumunu sürdürüyor. Diana ona çökelekli sigara böreklerinden götürdüğünde dahi Charlie, sigara böreklerini yalıyor; kulağına ya da burnuna sokuyor. Diana, babası Charlie’nin kötü biri olduğunu düşünmek üzere.
HENRY. Charlie’nin babası. Arkadaşları ona eşsiz diyemedikleri için 1. Henry der. Adaşı Thierry Henry’nin çaprazlama altı pasa girdiği gibi girer evine sarhoşken. Charlie’ye rivayet odur ki çok kötülükler etmiş. Şimdi hep birlikte o rivayetlere hızlıca bir göz atalım:
1. Charlie’nin suratına işemiş ya da çok içmiş ve işeyekalmış.
2. Charlie’nin yaş gününde tüm pastayı yemiş ve Charlie’ye Maggie Halasının yaptığı kuru mercimek köfteleri kalmış.
3. Charlie’nin lisede aşık olduğu kıza -hangi fırsatta ve ne niyetle olduğunu bilmiyoruz- Charlie’nin hala geceleri yatağına işediğini ve büyük boy bez bulmada güçlük çektiğini söylemiş.
4. Tüm kötü babalar gibi Charlie’yi sebepsiz yere dövmeye başlamış. Beceriksiz Henry, oğluna attığı üçüncü yumrukta bileğini kırmış ve araya tanıdık sokup bir de darp raporu almış. Sonunda Charlie’ye dava açmış ve iyi bir avukatla onu içeri attırmış. Charlie hapisten çıktığında artık şartlı tahliyeli biriymiş. Babası bir daha onu döverken bileğini kırsaydı, Charlie tekrar peynirli doritos kokan koğuşuna dönecekti.
5.Henry’nin Charlie’ye yaptığı en büyük kötülükse ona çok kötü bir rol model olmasıymış. Bu öyle sürekli ve birikerek ilerleyen bir kötülük ki tam manasıyla ifade edemeyeceğiz.
DİANA. Bacımız. Bacımız çünkü tersi pis, sağı solu pek belli olmuyor. Tüm o genetik mirasın acısını müzikten, hem de metal olanından çıkarmış. Bazı geceler barlarda çıkıp elektro gitarıyla Bon Jovi’nin parçalarını seslendiriyor. Bazı gecelerse kendi yazdığı parçaları. Diana hep üzgün ve öfkeli. Gözünün önünden alkolik babasının pis burnuna soktuğu sigara börekleri gitmiyor. Bu börekler sahnede cezbeye ulaşacağı vakitte zihninde pis pis sırıtıyor. Gözlerini yumuyor, açıyor, börekler gitmiyor. Nasıl gitsin, bu nimetler fosforlu bir yeşille kaplanıyordu babasının işleminden sonra. Diana tüm olanları unutmak istese de sıfırdan başlayamayacağını biliyor. Bu yüzden hayli gergin. Hadi bacımızın ruhunun derinliklerine ve çektiği ızdıraplara daha yakinen bakabilmek için kendi yazdığı bir parçaya göz atalım:
/BABAMIN YÜCE BURNU MAN!/
Peynir, un ve yufka
Kimileri çökelek, kimileri mıncı
Ve nihayet parıltı
Ne güzel bir uğraşı
Kafamın içi kafa çeken ay taşı
Geldi uzaklardan, kokuyordu ağzı
Burnu burnu babamın
Evrene bedel, Küba’da Fidel
BURNUUUU!
Burnuuu! Fidel, bedel, Del Piero
Burnuuuu! Nobel, Weber, Faberr Castell
DAVİD. Diana bacımızın sevgilisi. Sert biri, bilirsiniz. Annesi gündeliğe gidiyor. Babası Kıbrıs Barış Harekâtı zamanı cephede kaybolmuş. Karısı ona yönelik casus suçlamalarını reddediyor. Düşmanın safına geçmediğine, vatanını satmadığına yeminler ediyor. “Biliyorum,” diyor, “o kahrolası namussuz, soysuz herif, garılarlan daha rahat kırıştırmak için algı operasyonları yürütüyor.” Kamuoyu, David’in annesini komik ama genel ahlaka aykırı buluyor. Bu sebeple babasının casusluğu ya da zamparalığı Melanie Andora Reality Show’da araştırılmıyor. Konu tamamen kapandı. David, barlarda Diana’nın yanında bateri çalarak geçimini temin ediyor. “Bateri benim ekmek teknem,” diyor sürekli. İnsanların buna saygı duymasını umuyor, umduğu pek olmuyor. Tam olduğunu düşünse de yarım anarşist, hâlâ köyün muhtarı John Ağa’ya peşinden gelecek odun yardımı için oy veriyor çünkü. Değil dünya hükümetlerini, ilçedeki Mozambikli kaymakamı bile deviremeyince daha makul, yok edilmesi daha mümkün bir düşman seçmek istiyor. Bu düşüncelerin zihnini meşgul ettiği günlerde, Diana ona babasının yaptığı kötülüklerden bahsediyor. David bunları öğrenince usulca gülümsüyor ve yüreğine hep özendiği şerif rozetini takıyor. Düşmanını bulmuş olmanın verdiği huzurla Diana’ya “Elveda kara gözlüm,” deyip evine gidiyor. Planlar yapmaya başlıyor. Ah! O bir erkek. Bakalım bizi şaşırtacak mı?
FRANCİS. Ona bu ismi amcası vermiş. Kulağına ismini üfürdüğünde varisim olsun, diye de niyaz etmiş. David’in de asker arkadaşı olur bu Francis. Hayalarına gitmekte olan bir mermiye David’in yanlışlıkla eli çarpınca bunu bir can borcu saymış Francis. “Bir gün ödeşeceğiz,” demiş David’e.
Francis’in amcası, gençten semiz bir delikanlıyken Seattle sahilde küçük takasıyla Los Angeles hamsisi tutuyormuş. Uzun yıllardır yapıyormuş bu işi. Fakat karın tokluğuna çalışıyormuş. Bir gün hamsi diye bir Beretta bulmuş sularda. Bir daha atmış oltasını, bu kez ambalajlanmış Luger tutuyormuş elinde. Hemen kıyıya dönüp borçlanarak ağ almış. İşaretlediği yere gelince yine atmış suya. “Mübarek Seattle suları,” der dururmuş. Takayı dolduran silahları görünce gözlerine inanamamış ilkin. Hepsi ambalajlı ve yeniymiş. Kıyıya dönüp bunları evinin altındaki ahıra yerleştirmiş, New York menşeli cins sığırının yiyeceği samanın arasına zulalamış bunları. Ertesi gün tefeciden borç alıp daha büyük bir tekne almış. Çünkü bu küçük takayla kıyıya sık sık dönmesi merak uyandırabilirmiş. İşaretlediği yere bu büyük tekneyle gidince mübarek Seattle suları bu sefer de eli boş göndermemiş onu. Tekneyi tuvaletine kadar silahla doldurmuş. Hem seviniyor, hem de korkuyla karışık bir merak besliyormuş: “Kim attı bunca silahı len bu sulara, manyak mı gali bu adamlar?”
Korktuğu başına gelmemiş. Kimse peşine düşmemiş. Yavaştan portföy oluşturup başlamış ticaretine. İşler büyümüş. Amcamız yaşlanmış. Francis doğduğunda, oğlu ve kardeşleri mirasını reddettiği için yeni bir varis bulma umuduyla pek sevinmiş. Harlem Koçları kestirmiş kırk gün. Evsizlere dağıtmış. Francis büyüdüğünde onu karşısına alıp teklifini yapmış. Francis teklifi reddettiği takdirde en iyi ihtimalle zabıta olacağını biliyormuş. Kabul etmiş çaresiz. David yanına gelip silaha ihtiyacı olduğunu söylediğindeyse varoluşun anlamını arıyormuş Francis. David’e silahları niye istediğini sormamış, onunla gitmek ve ortalığın anasını onunla beraber ağlatmak istemiş sadece.
Part Vanın Sonu. Ben, muzır tanrı anlatıcınız, burada bölmek zorundayım. Sizin dünyanızın sıkıcı sınırları sebebiyle. Ama merak etmeyin, tüm iştahımla, bir sonraki buluşmamızda size bu harika hikâyeyi anlatmaya devam edeceğim. O vakte kadar dünyalık işlerinize dönün ve gelişime hazırlanın…
AHMET TARIK TEKOĞUL