. k e r e s t e

d e r g i

Öykü

Hafif Vakit

ASLAN ALBEY - 09 ŞUBAT 2022

Mazundra. Son özgür şehir. Bir adam, bu şehri örten kara surlardan ayrıldı, kapısının önünde konuşlandı. Eli yavaşça sırtına gitti. Silahını tuttu, güçlü parmaklarıyla sıktı, çekti ve önündeki boşluğa savurdu. Haykırdı ardından. Silahını savurduğu yerin ötesinde, çölün muazzam ordusu ritmik seslerle ona doğru yürüyordu. Kalabalıktılar ve güçlüydüler. Adamsa tek başına, yedi hörgüçlü kara devesiyle karşılarında dikiliyordu. Düşerse şayet, bu ordu şehre girecek ve bin yıldır Mazundra’da saklanan engin mücevherleri, çocuklara uçmayı öğreten kitapları düşman yurda taşıyacaktı. Adam, dedesini hatırladı, tüm çocukların dedesini. Öğütlerini o vakit dinlemiyor gözükmüştü, ama hepsi zaten yer edinmiş yüreğinde, o an fark etti. Göç vakti kanat çırpan kuşlar gibi aniden doluştular zihnine: “Bir sen kalırsan, bir sen iyi kalırsan Mazundra’ ya tutun. O daha iyi edecek seni.” Öyle de yaptı adam. Mazundra’ ya tutundu, ama iyi kalabilmesi için gelen orduyu defetmeliydi önce.

Yedi hörgüçlü kara devesinden indi. Sağ eliyle tuttuğu silahına önceden hazırladığı bir miktar deve kanı sürdü. Alet genleşti, büyüdü ve saçaklandı. Kaldırıp uçlarını sırtına dayadı. Yedi hörgüçlü kara devesinin böğrüne bağladığı, yedi yerden yedi kez düğüm attığı demirden halatı güneşten kararmış sol koluyla tuttu, sağlamlığına kanaat getirince kolunu deveyle halatın arasına soktu, kalkanını kaldırır gibi kaldırdı devesini.

Düşmanın soluğu bin adımdı, deve huysuzlandı, silahı ağırlaştı, ama bırakmadı ikisini de. Yüz adım kaldığında, gökyüzü de kızıla çaldı, kolları ağrıdan zonkluyor, bastığı toprağın inceldiğini hissediyordu. On adımda her şey daha net belirdi önünde, mücevher yüklü kadınlar en önde, daha önce görmediği renkten saçlarla atlarını sürüyorlardı, arkalarında zırhlı ve birbirine benzeyen yüz; belki bin asker gördü. Daha yakın olanlarının alınlarında devasa bir balta dövmesi seçti.

Çölün muazzam ordusu tepesine bindiğinde merhamet dilenemezdi, kaçamazdı da çünkü kalan tek özgür yaşamdı Mazundra’daki hayat, ağaçların tomurcuklandığı ve çiçeklerin hala açtığı tek yerdi. Her şey bittiğinde vicdanı sızlamadan ölmek için kaldırmıştı deveyi, sıkmıştı silahını. Bin erin, yüz kadının karşısına göksel bir öfkeyle bu yüzden çıkmıştı.

Düşman soluğuna bir adım kala, yapmakta usta olduğu şeyi yaptı, vakti hafifletti. Vakit hafifleyince tuttuğu silah ve deve de hafifledi. Gök hafifledi ve inceldiğini bildiği toprak kuvvetlendi, güven veren bir tabaka oluverdi. Düşmanla arasında yarım adım kalınca daha önce işitilmemiş bir çığlık atarak deveyi tutan sol koluyla en öndeki kadının üstüne saldırdı. Kadın düşünce altındaki toprağa bastı, kuvvet aldı ve sıçrayıp ordunun üzerine atladı. Ayakları kumlara temas eder etmez silahını okşadı, en büyük ucundan yarı demir yarı et bir aslan peyda etti. Aslanla işi kolaylaştı, genişçe bir meydan kazandı. Aslan paslanıp kanayana kadar yüzlerce kişi çalmıştı toprağa. Kalan kadınları ve erleri de silahın kandan artık paslanmış uzuvlarıyla, metalden, çelikten ve demirden yüz ucuyla parçaladı. Büyülü silah kana bulandıkça büyüdü ve kuvvetlendi. Nihayetinde on deve boyunda bir silah tutuyordu elinde.

Savaş bitti sanıp şehre döneceği sırada, az önce bozguna uğrattığı ordunun en arkasında ayakta bir kadın ilişti gözüne. İlkin bir serap sandı bunu, kadın çok güzeldi çünkü. Zaman çölde bir hayli akınca ve soluklar sayılmayınca kadın adama yaklaşmaya başladı ve silahını çekti. “Önümden çekil” dedi ardından, neredeyse fısıldayarak. Kadının silahı temiz, onun silahı kanlıydı, kadınınki küçük ve ince, onunki devasaydı. Fakat yorgun hissetti ve az önce onca uğraşına rağmen aslanın ve silahın kadına ulaşamamış olması korkuttu onu. On adım kala ve bir adım kala da vakti hafifletemedi bu yüzden. Kadın ona saldırana dek bekledi. Ardından haykırarak deveyi fırlattı kadının üstüne, boşta kalan sol eliyle topraktan destek aldı ve silahını da fırlattı, beyaz topraktan kalkan toz tekrar yere indiğinde, az ötede cılız bir ağacın dibinde, göğsünden silahın uçlarını çıkarmaya çalışan kadını gördü. Yanına gitti, silahı çekip alınca, kadının göğsünden güçlü bir şelaleyi andıran kanlar aktı. Bir eliyle vücudunu terk eden organları tutmaya çalışıyor, diğer eliyle boşlukta silahını arıyordu. 

Yaklaştı ve öptü onu. Yeryüzündeki son kadın, kana bulanmış mücevherleri ve paramparça olmuş organlarıyla göçtü dünyadan.

*

Kadın, nenesini hatırladı, tüm çocukların nenesini. Öğütlerini o vakit dinlememişti ama çoktan yer edinmiş yüreğinde, ürpererek fark etti: “Mazundra çocuğum, gelecek onsuz düşünülemez. Oraya ulaş.” Ulaşmıştı o da. Şimdiyse yaklaşan tehlikeyi bertaraf etmeliydi. Üzerine fırlatılan deveyi bir çalıyı andıran sol koluyla, güçlükle tuttu. Silahıyla ikiye yardı. Gerindi ve iki kolunda tuttuğu kana bulanmış parçaları ustalıkla adama fırlattı. Yarım soluğun ardından sıçradı ve gönderdiği deve parçalarını takip etti, çarpmanın etkisiyle geriye savruldu adam, düşmemek için umutsuzca kadına sarıldı.  Kadın adamın terden sırılsıklam kolunu tuttu sonra, büktü ve bıraktı. Üzerine yapışmış kanı tiksinerek temizledi, çatık kaşlarla adamın gırtlağına sarıldı. Güçlü hırıltıların ardından adamın ayaklarını yerden kesti ve toprağa vurdu. Adama yaklaştı ve kanamakta olan dudaklarından öptü. Yeryüzündeki son erkek ikiye yarılmış bedeni ve dudaklarındaki hüzünle göçtü dünyadan.

**

Şehrin önünde çarpışan insanları gördü çocuk, toprağı sulamış kanı ve organları tanıdı. Fısıldadı yavru devesine ve devenin böğründen kanatlar çıkardı. Ustalıkla üstüne sıçradı ve şehrin önüne uçtu. Vardığında bir kadınla bir erkek gördü, elleri birbirlerinin boğazındaydı. Kuma yığılmış develerin çığlıkları takıldı kulağına. “Gidin buradan” dedi. “Mücevherler ve kitaplar bizim, Mazundra da.”

 

“Çocuksunuz siz.” dedi adam kadının kolundan kurtulmaya çalışırken, “Ben işgalci değilim, sizi korumaya geldim.”

Kadın anlamaz gözlerle adama baktı, “İşgalci o.” dedi kaşlarını çatıp, “Sizi kurtaracağım.”

 

“Buna ihtiyacımız yok, hiçbirinize yok. Gidin yoksa kimse bulamaz bedenlerinizi, hatırlanamayacak kadar gömeriz sizi toprağa, bilin bunu.”

Kadın ve adam hırıldamaya devam edince çocuk avuçlarını göğe kaldırdı, sonra tepede birbirine vurdu ellerini. Bu sefer şehrin surlarından kanatlı develerle gelen yüzlerce çocuğu gördü adam ve kadın. Bir pişmanlık oturdu yüzlerine. Çocuk diğerlerine emirler yağdırdı ve develerin hörgüçlerinden su renginde zehirler yağmaya başladı adama ve kadına. Gözleri kör ve bedenleri felç olana kadar sürdü bu. Sonra yere indi çocuklar aynı anda. Kadın ve adamın yanına yaklaştılar. Hala kısık seslerle soluyordu ikisi de. Az önce onları uyaran çocuk yanlarına yanaştı ve alınlarından öptü. “Elveda anne, baba.” deyip kesti boğazlarını. Yeryüzünün son erkeği ve kadını, elleri birbirinin boğazında, kızıl tırnaklarla göçtü dünyadan.

 

ASLAN ALBEY

Şüheda
EDİTÖR