. k e r e s t e

d e r g i

Öykü

Espresso

TARIK TEKOĞUL - 07 NİSAN 2022

Tüm yaşam enerjisi içimden çekilmiş gibi, ne kadar garip. Bir şey sebep olmuş da sayılmaz buna. Belki, işinde profesyonel bir örgüt yüzlerce yıllık bir plan ve cerrah titizliğiyle ruhuma bir müdahalede bulunuyordur. Her neyse, sözü uzatmayacağım. Bunu söylemenin daha kolay bir yolu yok: Annemin varlığından ilk kez şüphe duydum. Bugün ona ve babama bakarken görüntülerinin silikleştiğini fark ettim. Bir rolü icra ediyor gibiydiler ve pek mutlu da sayılmazlardı. Orada bulunmaları sorgulayamayacakları bir emrin neticesinde gerçekleşmiş gibi davranıyorlardı. Belki de bahsettiğim örgüt böyle bir görev vermişti onlara: orada bulunun ve her şey yolundaymış gibi yapın.

Bunun üzerine gitmek niyetiyle annemi müsait bir anda yakaladım. “Annecim,” dedim çocukluğumdaki gibi kafamı eğerek. “Gerçek misin?” Saçlarımı okşamalıydı, beni öpmeli ya da sabırlı ol demeli. Hiçbirini yapmadı. Ondan daha önce duymadığım ‘sevgilim’ kelimesini kullandı. “Tabii ki gerçeğim,” dedi. “Bir anneden daha gerçek ne olabilir bu hayatta?”

Göz kırptı ardından. Annem göz kırpmazdı, annem benim için her an ölmeye hazır değilmiş gibi cümleler de kurmazdı ve kesinlikle kendinden emin sayılmazdı. İki seçenek vardı o halde, ya ben yavaş yavaş aklımı yitiriyordum ya da karşımdaki ucube annemin bedenini ele geçirmişti. Bunun üstüne gitmek hayırlı bir evladın yapması gereken bir vazifeydi. Vazifeden fazlası da olabilirdi. Açıklayamadığım bu gizemi çözmeyi bir tutkuya dönüştürebilir, özendiğim cinayet amirleri, dedektifler ya da lanet bir karakolu aylarca açlık ve sefalet pahasına elinde tutan bir askere benzeyebilirdim.

Ertesi gün patronuma işi bıraktığımı söyledim. Yaptığınız işi sevmemenizin ve bu işteki beceriksizliğinizin işe yaradığı yerler vardır. Sevindiğini gizlemedi patronum, cebime harçlık bile koydu. Ben de yirmi yıldır içinde yattığım evi gözetlemeye başladım. İçeriye girmiyordum çünkü annem ya da ucubenin beni kandırmasından çekiniyordum. İnkarın imkansıza dönüşeceği bir suçüstü yakalamalıydım.

O gün akşama dek balkonu gözledim. İşten ayrıldığım anlaşılmasın diye de ekmekle döndüm eve.

Bir haftanın sonunda, bunun bir tutku değil salaklık oluğuna inanmak üzereyken ve pes edecekken annemin çamaşır astığı, domateslerini sevdiği balkonda tuhaf şeyler gördüm. Annem küçük balkonumuzda kısa ışınlanmalar gerçekleştiriyor gibiydi. Gözlerimi kırpıştırıp daha dikkatli baktım. Yanılmıyordum. Bir domateslere, bir çamaşırlara gidiyordu elleri. Beş dakika kadar sürdü bu anlamsızlık. Bitince eve gittim. Kapıda yine ona ait olmayan bir gülümsemeyle karşıladı beni. “Yorulmuş olmalısın,” dedi, “Bir duş alsana.”

“Peki anneciğim.” dedim tiyatroyu sürdürerek, “Sen de geçip kendine bir espresso yapsana.” Duştan çıktığımda mutfaktan gelen konuşmalar kaşlarımı şaşkınlıkla çatmama sebep oldu, bornozla çıkıp kapıyı polis baskınlarındaki gibi öfkeli bir çehre ve kamusal bir güvenle açtım. İşte şimdi gördüklerim karşısında emindim. Hiç kimse beni delirdiğime ikna edemeyecekti. Gördüklerim bağışıklık kazanmama da sebep olmuştu hatta. Hiç delirmeyecektim. Annem, ucuna ahşap bir filtre taktığı sigarasını seksenlerin aktrisleri gibi içiyor, yanında da içinde esperesso olduğunu düşündüğüm ve bizim eve asla giremeyecek müstehcen desenlere sahip kahve bardağını dudaklarına götürüyordu. “Bu kadar yeter!” dedim. “Anneme ne yaptın?”

Gülümsedi, bu gülümseme kendi anneme ait gibi hissettim bir an. Hani her an benim için ölebilecek ve tevazudan bir kaleye dönüşmüş anneme.

“Babanın hayatında daha genç bir kadın var artık” dedi. Whatsapp’tan yazar mısın, lütfen süzme yoğurt ve köşedeki markette satılan brezilya filtre kahveden alsın.”

 

TARIK TEKOĞUL

Şüheda
EDİTÖR